Çoğumuz ne istediğimizi bilmeden yaşıyoruz bu hayatı. Bunu kendimize sormak ya aklımıza gelmiyor ya da cesaret edemiyoruz; ya vereceğimiz cevap hayatımızı altüst ederse diye.
Konfor alanlarımızda, alışılagelen düzenlerimizde bulduğumuz korunağın içerisine ‘Aslında ben ne yapmak istiyorum’ sorusunu sıkıştırıp; içimize o incecik çatlaktan sızan ‘Acaba kendime geç mi kaldım?’ telaşını yaşamak istemiyoruz. Telaş mı dedim? Telaş, yaşadığımız bu duygu yoğunluğuna verilebilecek en masum isim olabilir. Bunun adı telaş değil; bunun adı korku! Korkuyoruz; başaramamaktan, cesaret edememekten, geç kalmış olmaktan, yetişememekten… Korkuyoruz! Korkmaktan bile korkuyoruz. Halbuki korku; en barbar içgüdümüzle bizi atağa geçirebilecek en kuvvetli duygumuzdur. Bir köpek dişlerini göstererek hırladığı zaman kaçma güdümüz, korkumuzun bir sonucudur ve belki de bu hayatımızı kurtarabilir. Kavga edenleri ayırmaya korkuyor olmamız, başımıza gelebilecek istemediğimiz bir hadiseden uzak durmamıza yardımcı olabilir. Veya kaza yapmaktan korkuyor olmamız, ilerlediğimiz yolu daha dikkatli takip etmemizi sağlayabilir. Korku; aslında en son korkmamız gereken, bizi koruyan, sığındığımız yegane limanımızdır. Ama nedense utanırız korkuyor olmaktan. Ayıp bir şeymişçesine kendimize saklarız bu duygumuzu. Kendimize bile korkuyor olduğumuzu itiraf edemediğimiz anda da, hayatımız ellerimizden kayıp gitmeye başlar. Korkuyorum demeyiz de; sevmiyorum deriz, istemiyorum deriz, ne gerek var deriz, şimdi sırası mı deriz… Deriz de deriz! Ama birçoğumuz; ‘Ben bunu yapmak istiyorum ama sonucunu bilemediğim için korkuyorum’ ya da ‘Nasıl yapacağımı bilemediğim için korkuyorum’ diyemeyiz. Neden? Nedeni egomuz mu sizce? Bence değil! Kibrimiz mi? Hiç sanmıyorum. Kibrimiz de değil, peki! O zaman ne? Ben size söyleyeyim; bu koca bir yalan! Yalanı seven, yalanı benimseyen, yalan söylemek zorunda bırakılan, yalan söylemek zorunda kalan tek canlı insanoğludur. Hatta en büyük yalanı da kendisine söyler ve şöyle der; ‘Ben böyle mutluyum!’ Aslında duyduğu his mutluluk değildir; duyduğu his, korkularına bağlı olarak, alıştığı tembel düzeni terk etmeme çabasıdır. Çünkü bir yolun ortasındadır ve bir an için durur ve ileriye bakar; bu yolun ne kadarını daha gidebilirim diye düşünür. Sonra kafasını geriye çevirir ve oraya kadar kat ettiği yola bakar. Devam edebileceği yol, şu ana kadar gelebildiği yoldan çok daha fazladır. İşte o anda korkmaya başlar. Varacağı yere ulaşmasına az bir yolu kalmıştır. İşte o anda içinde; ne devam etme isteği kalır, ne de geriye dönebilme gücü. Öylece durur ve hiçbir şey yapmaz, yapamaz! Siz de kendinizi yolun tam orasında hissediyorsanız eğer sakın durmayın; hatta adımlarınızı daha da sıklaştırın. Çünkü orası hayatınızın virajıdır. Virajdayken önünüzde ne olduğunu göremezsiniz. Daha ne kadar yolunuz var; hele onu hiç bilemezsiniz.
Korkmayın! İsterseniz de korkun. Ama korkunuzun size engel olmasına asla izin vermeyin. Korkun ama korktuğunuz yere doğru ilerleyin. Korkun ama korkup sakın pes etmeyin. Korkun ama asla durup, bir an için düşünmeyin. Size hediye edilmiş hayatınızı, vahşi bir kurt gibi yemek için bekleyen korkularınıza yem etmeyin. Kurt siz olun ve yakalayın hayatınızı! Kurt da korkar ama hayatta kalabilmesi için mücadele etmesi gerektiğini bilir. Biz insanız ve aklımız en büyük servetimizdir. Servetimizi boş bir korku uğruna harcamayalım ne dersiniz?