İnsanda var olan iki marazdır korku ve ümitsizlik. Bu sebepten yalpalar durur hayat yollarında, bu sebepten ayakları takılır, düşer, bu sebepten en dipleri yaşar.
Psikoloji, neredeyse bütün ruhsal sorunların kaynağı olarak korkuyu işaret eder. Yani mesele ne olursa olsun en dipte muhakkak yaşanan travmalardan dolayı bir korku duygusu vardır. Ümitsizlik ise yaşanan bu korkunun tekrarlanması halinde yerleşen yanlış inanç kalıbıdır. İnsanı değişime gelişime kapatan, aynı döngü içinde tüketen bir inanç.
Bunlar bulunup çözülmeden iyileşme olsa dahi bir süre sonra tekrarlayan bir döngü halini alır . Bilinçaltı uzmanları da aynı şeyi söyler. Korku duygusu tüm mekanizmayı kilitleyip kişiyi savunma durumunda tutar ve benzer her ihtimale karşı refleks uyarılarla kişiyi hayatta tutma amacıyla çalışır. Ümitsizlik de bu refleksin bir parçası olarak görev yapar. Ta ki kişi bunu farkedip bir dönüşüm sürecine girinceye kadar.
İnsandaki bu illet yüzyıllardır nesilden nesile aktarılarak hala günümüzde çözülmeyi bekleyen mesele olarak önümüzde durur.
Oysa insanı yaratan kudret ona doğru bilgiye ulaşma yolunu da göstermiştir. Vahiyler bunun içindir. Kur’an’a bir de bu niyetle baktığımızda apaçık bildirilmiştir. Der ki: “…Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.” (2/168) “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder…” (2/268) Şeytan kavramına Kur’an ekseninde bütünsel bakıldığında insanı, kamil insan olma yolundaki en büyük muhalifi dahası düşmanı olduğunu görebiliyoruz. Yani bahsettiğimiz korku ve ümitsizliği insanın ayağına dolayan kavramdır. Aslında din de, bilim de , fıtrat da aynı şeyi söylüyor. Bunlar insanı insanlıktan çıkarmak için kurulmuş sinsice tuzaklar. Sadece her alan farklı isimle adlandırıyor hepsi bu.
Nihayetinde insan, yaşam tarzı ne olursa olsun bu marazdan kurtulmadıkça yaşadığı hayatı huzurlu, sağlıklı ve özgür bir biçimde yaşayamıyor. Kur’an’da iman edenlerden bahsedilirken mealen sıkça şöyle bir ifade geçer: “…Onların üzerinde korku yoktur, onlar mahzun da değillerdir.” (2/38,62)
Demek üzerimizde bu korku ve ümitsizliği taşıdıkça hakiki mümin olmak mümkün olmuyor. Demek, dinin kural ve kaidelerinin birer görevden ziyade öncelikle bize nasıl mümin olunması gerektiğini fark etmemiz gerekiyor. Demek insan olmak, aslında Yaratıcı kudretin yarattığı insanın özelliklerini kavrayıp, insani olmayan tüm yanlarımızdan sıyrılmakla oluyor.
Hayat görünenin ötesine geçip daha başka bir boyuttan kendimizi görmemizi gerektiriyor. “Kendini bilen Rabbini bilir “ işaretinden feyz alarak evvela kendimize yolculuk yapmamız gerekiyor.
Öyleyse şu hakikate bir daha dikkat çekmek istiyorum. Hani şeytan: “Ant olsun ben de onları saptırmak için senin doğru yolun (sıratı müstakim) üzerine oturacağım.” (7/16) derken ne yapmak istediğini tam olarak anlayabiliyor muyuz? Meseleye yüzeysel değil derinden bakmak icap ediyor, yani içerden, yani kalpten, Rabbul Alemin’in kendi ruhundan üfleyerek yarattığı ruhtan bakmak gerekiyor, vesselam…