…Kanadımız var gibi göklerde uçalım
Bi’ rüyaya dalalım ve orada kalalım
Uyanmayalım
Gökhan MANDIR
(PERA’nın Işıl AYMAN “Uyanmayalım” şarkısından…)
“Bundan sonra bayağı bu yolu takip edeceğiz, değil mi?” diye sordu Ayşin arabayı kullanmakta olan Kemal’e.
“Aynen, temiz bir on dakika hiç sapmadan bu yoldayız” diye cevapladı Kemal de.
“O zaman biraz konuşsam dikkatin dağılmaz değil mi?”
“Tabii, neden dağılsın?”
“Tamamdır, o zaman önden genel bir değerlendirme yapıyorum. Arkadaşlık zamanımızı geçiyorum, birkaç haftadır çıkıyoruz. Bu süre içinde sabahlara kadar mesajlaştık, konuştuk ve hepsinde çok eğlendim. Tik atıyorum. Arada bir konsere gittik. Orada da çok eğlendim. Tik. Birbirimizin birkaç arkadaşı ile tanıştık, sorun yok. Tik. Ama… Ben “bir kahvaltı yapalım” dedim ve seni çok da sevdiğim bir yere getirdim. -Ki hiçbir aksilik de yaşanmadı. Yani bence. Yani kahvaltı güzeldi. Atlar, kazlar, tavuklar, civcivler değişik bir ortamdı, pastoral esintiler dalgası yani… Ama işte işin aması… Bugün olmadı Kemal. Bugün hep bir tedirginlik, hep bir can sıkıntısı, “hadi bir an önce bitse de gitsek ruh halleri”… Yani bir de bana da o kadar hissettirdin ki! Yani istemiyorsan daha en başından da söyleyebilirdin. Başka bir yere giderdik. Tabii eğer geldiğimiz yer sıkıntı ise… Asıl problem biraz da benden sıkılmansa onu tam bilemiyorum…”
“Ne alakası var ya?”
“Aha geldi birinci bomba… Bir de “biraz abartmıyor musun?” yok mu?”
“Aslında vardı da…”
“Biliyor musun, benim devamlı sadece bu cümleleri kullandığı için kocasından boşanmış bir arkadaşım var. Gerçi bir de fare mevzusu var ama! Ne demek istediğimi anlıyor musun?”
“Şimdi anlıyorum desem bir türlü, anlamıyorum desem bir türlü!”
“Haklısın tabii!”
Sonrasındaki dakikalarda sessizliğin süresi arttıkça gerginliğin şiddeti de artıyordu. En son iyice rahatsız olan Kemal, en azından sessizliğin sona ermesi için konuşmaya karar verdi:
“Ne düşünüyorsun şu anda Ayşin?”
“Gerçekten biraz abartıyor muyum, yoksa bu benim için bir erken uyarı mı acaba diye düşünüyorum!”
“Sonuç?”
“Sanki durumu pek kurtaramıyorsun! Geçenlerde nasıl demiştin? Bir atağı daha gol yiyerek savuşturuyorsun gibi!”
“Gerçekten mi?”
“Gerçekten tabii. Kusura bakma Kemal, ne yazık ki beni dünkü çocuklardan sanıyorsan yanılıyorsun!”
Sonrasında yine gergin sessizlik başladı. Yalnız bu sessizlikte Kemal daha da tedirgindi ve bu tedirginliğini bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde oflaya puflaya belli de ediyordu. En sonunda Ayşin bu gerginliğe daha fazla katlanamadı:
“Hadi, söyle ne söyleyeceksen Kemal, şiştin kaldın vallahi!” Kemal’in boş bakışlarını gören Ayşin devam etti: “Çıkar diyorum ağzındaki baklayı. Belli ki söyleyeceğin bir şey var. Yani pek bir umudum yok ama kullan bakalım savunma hakkını!”
“E, tamam öyleyse, sanırım kaybedecek pek bir şeyim yok! Hazır elindeyken telefondan “alektrofobi”yi araştırsana!”
“Alektrofobi mi?”
“Aynen, sadece iki dakikanı alır!”
Ayşin, hızlıca ekran korumasını kaldırdığı telefonunun sorgu ekranına diliyle tekrarlamaya devam ettiği “alektrofobi”yi yazdı ve birkaç dakika sonra Kemal’e soran gözlerle döndü:
“Sen tavuklardan mı korkuyorsun?”
“Yani, horozlardan da diyelim!”
“Gerçekten mi ya?”
“Az önce kendin baktın ya, bu korkuyu kendim uydurup bu kadar yayamam herhalde!”
“Yani de… Yani nasıl oldu ki?”
“Bilemiyorum… Gerçi annemlerin söylediği ve benim de hayal meyal hatırladığım bir anıda başımın üstüne tüneyen, bir yandan tırnaklarını batırırken bir yandan da kafamı gagalayan bir horoz var ama… Yani sadece o mudur bilmiyorum!”
“Yani gerçekten tavuklardan, horozlardan mı korkuyorsun? Yanlarına yaklaşamıyor musun?”
“Konuşurken bile geriliyorum, kalbim sıkışıyor, tansiyonum çıkıyor, nefesim kesiliyor. Bir de şey düşünsene, en büyük korku filmlerinden biri Alfred Hitchcock’un “Kuşlar”ı değil mi?”
“Yani şimdi tavuklara kuş diyebilir miyiz? Sonuçta uçamıyorlar bile ya!”
“Kuşlar tabii ama bizi uçamadıklarına inandırmışlar. Dünyanın en büyük komplosu. Kesin bir şeyler karıştırmak için uçmuyorlar. Zaten bunlar zamanında dinozormuş ya, sen o kadar da evcilleştiklerine inanıyor musun?”
“Ben inanıyorum da bu şeyi değiştirmez, evet, şimdi tekrar düşününce tavuklar yanımıza gelinceye kadar pek gergin değildin sanki. Dur, dur, şimdi aklıma geldi, bir ara horozun teki seni kovaladı değil mi?”
“Karaktersiz hayvan, acıması da yok! Sırtımdan soğuk terler döküldü! O ara sen de gülüp duruyordun!”
“Şimdi şu konuda anlaşalım. Korkuna saygı duysam bile gülme işini, dalga geçme işini bırakmayacağız. Bir şey diyeceğim; niye en baştan söylemedin?”
“Belki teğet geçer de çaktırmadan atlatırım diye düşündüm ama işler sarpa sardı, iyiden iyiye gerildim. Bir de öyle hevesli anlatıyordun ki o gözlerindeki ışıltıyı söndürmeyi kendime yediremedim!”
Ayşin kocaman bir gülümseme ile koltuğuna yaslandı ve bu sefer daha neşeli sessizliği yine kendisi böldü:
“Peki, şu anda bu korkunu da biliyorum ama inadına “hadi gel, geri dönelim!” desem?”
“Dönerim!”
“Hiç düşünmedin bile! Helal olsun!” dedikten sonra bir süre daha arkasına yaslanıp gülümsedi. Sonra aniden doğruldu ve aceleyle komut vermeye başladı: “Çek o zaman sağa hemen, çek, çek, çek… İn aşağı in, in, in!”
Ne olduğunu anlayamayan Kemal bir anda kendini açtığı kapının önünde Ayşin’i beklerken buldu. Yüzünde garip ifadelerle gelen Ayşin ise ona iyice yaklaştıktan sonra hızlıca boynuna atladı. İlk andan ne olduğunu anlayamayan Kemal de saniyeler sonra ona sarılırken Ayşin kulağına fısıldayarak konuşmaya başladı:
“Şu anda çocuklarımıza anlatacağımız en tatlı anılardan birini verdin bana. İyi ki varsın. Şu anda o kadar mutluyum ki kanatsız uçuyor gibiyim. Bir rüyanın içinde gibiyim, hiç uyandırma olur mu?”
“Olur tabii, olur, inşallah hiç uyanmayız!” dedi hafifçe ayrılmalarından sonra gözlerinin içine bakarak.