Korkuyu Beklerken ya da Korkumu Beslerken

Hanife Zeynep Özgan 919 Görüntüleme Yorum ekle
14 Dak. Okuma

Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken adlı hikaye kitabı, yedi ayrı öyküden oluşmaktadır. Söz konusu hikayelerin temelinde toplum içinde kendine bir yer bulmaya çalışan insanın çaresizliği, yalnızlığı, kalabalık içinde ben olmak için mücadele verme çabasından ziyade ‘Ben de buradayım.’ diye attığı çığlıklar yer almaktadır. Bu çığlık, öykülerde farklı biçimlerde yansıtılmıştır.

İlk öykünün baş kahramanı Beyaz Mantolu Adam, bu çığlığı sessizliği ile ifade etmektedir. Beyaz Mantolu Adam’ın öykünün başından sonuna kadar bir kelime dahi etmediği dikkat çekmektedir, belki de bu zamana kadar kendine ait bir cümlesi olmamıştır. Öyküde Beyaz Mantolu Adam’ın sessizliğine karşı çevresindeki insanlar daha etkin bir rol üstlenerek onun adına karar vermekte, kendi ihtiyaçları doğrultusunda onu kullanmakta ve davranışlarını şekillendirmektedir. Kendisini ifade etmeyen ancak sürekli hareket halinde olan Beyaz Mantolu Adam’ın davranışları ötekiler tarafından farklı şekillerde algılanmaktadır. Beyaz Mantolu Adam’ın dünyasına ulaşamayan kişiler, kendi dünyalarına göre yorumlar ile çıkarımlarda bulunmaktadır. İlginç olan ise yaptıkları yorumlara olan inançlarıdır. Bir başkasının dünyasına bakabilmek, insanın kendi dünyası ile kurduğu ilişki ile şekillenebilir ancak ötekinin dünyasını görmezden gelerek yapılan yorumlar yine kişinin kendi ihtiyaçları ile doğrudan ilişkilidir.

Ben bu durumu; günlük hayatta kendi sesimizi duymadığımız ve bununla ilişkili olarak duyuramadığımız zamanlarda dış çevrenin sesinin yükseldiğinin ve bizim adımıza konuşma hakkını kendilerinde bulabilmelerinin sembolü olarak yorumladım. Kendi sesini duymakta zorlanan birey zamanla dış dünyadan gelen seslerin karmaşıklığını iç dünyasında hissetmeye başlamaktadır. Bu karmaşa bazen de kendi sesini duyduğunda alacağı sorumluluklardan kaçışa destek olmaktadır. Çünkü kendini duyabilmek, büyük bir sorumluluğu beraberinde getirir. Kişinin kendine dair en anlamlı sorumluluğu istediği yönde ilerleme özgürlüğüne sahip olduğunu bilmesi ve bu doğrultuda davranışlarını şekillendirmesidir.

Kişinin kendi olma özgürlüğü, korkunç derecede sorumluluk isteyen bir özgürlüktür. Birey bu özgürlüğe doğru ilerlerken adımları temkinli ve korku doludur. Sorumlu bir tavır ile kendi yönünde ilerlemek demek, seçimler yapmak ve bunların sonuçlarından öğrenmeye cesaret etmek demektir (Rogers, 1961, çev: Aysun Babacan). Birey sürekli bir oluş halindedir, seçimleri ile akışa yön verir ve hem katılımcı hem de gözlemci olarak hayat yolculuğunda adımlarını atar. Eğer birey, yalnızca gözlemci konumunda dayatılanlar veya farkında olmadan aldığı yükler ile ilerlerse kendi hayatında nesne pozisyonunda kalır. Nesne pozisyonunda yaşayan birey için kendi sesini duymak neredeyse imkansızdır. İnsan nihayetinde kendini duyamamanın bedelini sahte kendilik ile yaşayarak öder. Sahte kendilik, bireyin çevresinin beklentileri ve arzuları yönünde adımlar atarak öz benliğine temas edememesinin sonucu oluşmaktadır (Meydancı, 2017). Gerçek kendilik ise bireyin içsel dinamiklerini anlamaya gayret ederek kendi ihtiyaç ve arzularının peşine düşmesi ile ortaya çıkmaktadır. Nerede ve ne durumda olursa olsun ihtiyaçlarını görme ve karşılayabilme gücünün olduğunu bilen, bu gücün farkındalığı ile yaşam yolculuğuna devam eden birey için kendini gerçekleştirme kavramından söz edebiliriz. Kendini gerçekleştirme, Rogers tarafından ‘kapasitesini tam kullanan birey’ olarak tanımlanmaktadır. Kendini gerçekleştirme yolunda adım atan bireyler; yaşantılara açık olma, varoluşsal bir yaşam sürme, organizmaya güven duyma, gerçekliği olduğu gibi algılayabilme, içten ve samimi davranışlar sergileme, takdir edebilme ve yaratıcılık gibi özelliklere sahiptir (Kuzgun, 1972). ‘Kendini gerçekleştiren bireyler, yaşamın temel özelliklerini hayranlık, zevk, hayret ve coşku içinde tekrar tekrar, taptaze ve safça yaşama gibi muhteşem bir kapasiteye sahiptirler; başkalarına göre bayat deneyimler olsa bile…’ (Rogers, 1961). Yaşantılara açık olan birey deneyimlemeye izin vermekte, hayat yolculuğunda anlam arayışında içerisinde coşku ile benliğini keşfetmek istemektedir. Yaşamına keşif yolculuğunda bir gezgin olarak devam etmekte, bu bağlamda kendine ve sürecine güven duymaktadır.

Kendini gerçekleştirmenin ilk adımı ise kendi sesini duyabilmektir. Birey kendi sesini duyduğu takdirde kendine ait duygu ve düşüncelerin farkına varmaktadır. Korkuyu Beklerken adlı hikayede ise kendisi ile temas kurmakta zorlanan kahramanın yaşadığı hüznü, ‘Ne olurdu benim de kelimelerim olsaydı; bana ait bir cümle, bir düşünce olsaydı.’ ifadesinde görmekteyiz. Kahraman kendine dair eleştirel ve acıyan tutumu ile birlikte yalnızca problemlere odaklanmakta, kendini duymaya değil sabote etmeye yönelik hareket etmektedir. Yaşadığı anın değerini, sevgi ve güven duygularını hissetmekte; sorumluluklarını yerine getirmekte ve görevlerini tamamlamakta zorlanan bir yapıdadır.

Söz konusu hikayede kahramanın bir gün evinde, koridordaki rafın üzerinde bulduğu mektup ile yaşadığı bunalımlar anlatılmıştır. Kimden ve nereden geldiği belirsiz olan bu mektupta bilmediği bir dilde yazılar gören kahraman, tedirgin olmuş ve ne yapacağını bilememiştir. Genel olarak yalnızlık duygularına kapılan, kendini suçlama eğiliminde olan karakter diller ile uğraşan öğretim üyesi bir arkadaşının yanına giderek ona mektuptan bahseder ve sonunda mektupta evden dışarı çıkmaması gerektiği ile ilgili bir mesajın yer aldığı anlaşılır. Kahraman gece gündüz mektup üzerine düşünür, bir şeyler yapmak ve yapmamak arasında gidip gelerek korkusu ile zor günler geçirir. Evine yalnızca marketten gelen bir çocuk uğrar ve yiyecek ihtiyaçlarını bu şekilde karşılar. Kendisine hazırladığı aşureyi günlerce yer. Aşure, farklı farklı yiyeceklerin bir araya gelerek oluşturduğu karışım bir yiyecektir. Burada karakterin aşure hazırlayarak günlerce aşure ile beslenmesi, iç dünyasının karmaşıklığının bir sembolü olarak görülebilir ya da iç dünyasını somutlaştırarak yiyecek üzerinden yansıttığı yorumlanabilir. Kahramanın yaşamını durduracak derecede etkileyen mektup, yaşamda karşılaşılan durumlar sonucu zihinde oluşan düşünceler ile ilişkilendirilebilir.

Olumsuz benlik algısının beraberinde getirdiği duygular ile bireyin potansiyeline duyduğu güven azalmaktadır. Azalan güven ve artan kaygı bireylerin hayatını farklı şekillerde etkilemektedir. Kahraman, mektuptan dolayı yaşadığı tedirginlik ile ilk günler hiç yalnız ve boş bir an geçirmemiş; kalabalık akşam yemeklerine gitmiş, evde olduğu süreler içinde yapacaklarına odaklanmış ve düşünmemek için bunları bir kaçış yolu olarak görmüştür. Bazı deneyimler sebebi ile hissedilen duygular ve düşünüldüğünde rahatsızlık veren yaşantılar zorlayıcı olabilir. Birey, düşünmek ve hissetmek noktasında zorlandığı için sürekli bir iş ve diğer insanlar ile ilgilenerek asıl bakmaya ihtiyaç duyduğu yerlerden uzaklaşmayı seçebilir. Ancak eninde sonunda geç de olsa yüzleşme yaşanacaktır ve bu tür meşguliyetler bireyin kendisinden uzaklaşmasına, kendisine yabancılaşmasına sebep olabilmektedir. Kendine yabancılaşma, yalnızlık duygularını tetiklemektedir. Birey kendine yabancılaştığında kendi bedeni ve zihninde gurbette hissetmekte, duyguları ve ihtiyaçlarına temas etmekte zorlanmaktadır. Kahraman en nihayetinde mektup üzerinde düşünmeye başlamıştır ve hissettiği korku ile çaresizlik işlevselliğini bozmaya başlamıştır. Bir süre sonra evinden çıkmamaya, mektubu gönderenler tarafından bir kötülüğe maruz kalacağına ve zarar göreceğine dair düşüncelere kapılarak hayatını sorgulamaya başlamaktadır. Bu süreçte aslında bunca zamandır hissederek yaşayamadığını, diğer insanlara uzak ve yalıtılmış bir yerde hiçbir şeye karşı sevgi ve coşku duygularını hissedemediğini fark etmektedir. Bunca zaman bu şekilde yaşamasına rağmen bir mektup aracılığı ile kendini görmeye başlar. Kendine olan sevgisizliğinin hayatı boyunca ona engel olduğunu, yeteneklerini geliştirme noktasında yetersiz hissettiğini düşünür. Korkuyu beklerken bir yandan da korkusunu besler. Kahramanın ‘Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor.’ ifadesi bu durumu desteklemektedir.

Korkuyu Beklerken adlı hikayede Oğuz Atay, bilinç akışı yöntemine yer vermiştir. Bu yöntemde karakter, düşünceleri ve duygularını iç monolog şeklinde ifade etmektedir. Edebiyatta sıklıkla tercih edilen bilinç akışı tekniği, Sigmund Freud’un Psikanaliz kuramı ve serbest çağrışım metoduna dayanmaktadır. Freud’un, insan psikolojisini incelemek için geliştirdiği ve daha sonra sanatçının dışavurum eylemlerini açıklamak için başvurduğu psikanalist metot, edebiyata bilinç akışı tekniği olarak yansımaktadır. Bilinç akışı tekniği, kahramanın bilinçdışı dünyasını olduğu gibi okura sunmayı amaçlayan bir tür sesli düşünme gibidir (Kale, 2015). Bu bağlamda hikayedeki kahramanın duygu ve düşünceleri bilinç akışı tekniği ile net bir şekilde ifade edilmiştir.

Bilme, anlama, düşünme, akıl yürütme ve problem çözme gibi zihinsel işlevler, biliş kavramını açıklamaktadır. Biliş; algı, bellek, düşünme, hissetme, öğrenme, karar verme gibi süreçleri içermektedir. Bilişsel süreçler, bireyin duygu ve davranışları üzerine oldukça büyük bir etkiye sahiptir. Bilişsel yapı; bilişsel şema, bilişsel çarpıtma, bilişsel üçlü ve otomatik düşüncelerden oluşmaktadır. Bilişsel şema, geçmiş deneyimlerin etkisi ile oluşmakta ve algı ve yorumlama süreçlerini etkilemektedir. Bilişsel şemalar negatif olduğu takdirde bilişsel çarpıtmalar ortaya çıkmaktadır. Bilişsel çarpıtmalar ya hep ya hiç tarzı düşünme, seçici soyutlama, mantığa bürüme, zihin okuma, felaketleştirme, aşırı genelleme, etiketleme, aşırı büyütme küçültme, kişiselleştirme gibi süreçleri içermektedir. Bilişsel çarpıtmalar ile bireyin geleceğe dair olumsuz yorumlarının olması, olumsuz kendilik algısının gelişmesi ve dünyayı arzularına ulaşma noktasında engelleyici ve olumsuz değerlendirmesi sonucunda bilişsel üçlü oluşmaktadır (Bulut vd., 2020). Hikayedeki kahramanın düşünceleri incelendiğinde felaketleştirme, genelleme, falcılık yapma, etiketleme, mantığa bürüme gibi bilişsel çarpıtmaları olduğu görülmektedir. Kahraman sıklıkla kendini eleştirmekte, başkalarının kendisinden daha yeterli olduğuna inanmakta, var olan potansiyelini değersizleştirmektedir. Her şeyin kötü gideceğine dair olan inancı kendini gerçekleştiren kehaneti doğrular niteliktedir. Kahramanın olumsuz beklentileri, olumsuz sonuçları doğurmaktadır. ‘Demek ki dünya kötü piyangolar ile dolu.’ ifadesi genellemeye örnektir. ‘Daha basit bir mesele bile ortaya atsaydınız, gene içinden çıkamazdım’ ifadesi ile kendine olan güvensizliğini, beceriksizlik duygusunun yoğunluğunu, seçici soyutlama savunma mekanizması ile yaşamında yapabildiği durumları görmezden geldiğini göstermektedir. Deneyimlemenin keyfini hissetmek yerine gözlemci olarak sonuca veya performansına odaklanması zamanla duygularına yabancılaşmasına sebep olmuştur. ‘Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı.’ ‘Başkaları üzerinde etkili olma imkanım yoktu.’ ‘Gene kimse kolunu kıpırdatmadı, başıma gelenleri değiştirme zahmetine katlanmadı.’ ifadeleri ile kahramanın yetersizlik, değersizlik ve yalnızlık duygularının yoğunluğu; anlaşılmaya ve görülmeye ihtiyaç duyduğu dikkat çekmektedir.

Bireyin varlığını tehlikede hissetmesi sonucu yaşadığı huzursuzluk kaygıya neden olmaktadır. Varlığı tehdit eden gerçek bir tehlike olduğunda hissedilen duygu korku; herhangi bir somut tehlike olmamasına rağmen hissedilen tedirginlik hali ise kaygı olarak tanımlanmaktadır (Şahin, 2019). Kahramanın bilmediği bir mektup karşısında hissettiği duygunun korku olması ile birlikte vurgulanmak istenen; yaşamda sürekli tetikte olma hali, geleceğe dair olumsuz yorumlamalar ile içinde bulunulan anı yaşayamama, olumsuz bir şeyin yaşanacağı düşüncesi ile kendini sabote etme davranışlarının sebebi olan yüksek düzeyli kaygılardır. Kaygı, organizmayı harekete geçiren bir duygudur ve kaygının düzeyi işlevselliği etkilemektedir. Ancak yüksek seviyeli işlevselliği olumsuz etkileyen kaygı, kaygı bozuklukları bağlamında değerlendirilmektedir. Kaygı bozukluklarında bireyin yaşantısını algılama ve değerlendirme şekli önem kazanmaktadır (Gençöz, 1998). Depresyon ve kaygı bozukluklarında düşünce ve inançların bireyin duygusal durumu üzerindeki etkisi oldukça fazladır ve kaygı bozuklukları, depresyonun özellikleri ile birlikte sıklıkla görülmektedir. Depresyon üç bileşenden oluşmaktadır: öğrenilmiş çaresizlik, yüklemeler ve umutsuzluk. Umutsuzluk, olumlu duyguların yaşanamayacağına ya da yaşantıların olumsuz sonuçlanacağına dair beklentiler ile hissedilen duygudur. Kahramanın, ‘Nasıl olsa ölecektim. Beni kurtarmaya kimse gelmezdi.’ ifadesi hissettiği umutsuzluk duygusunun temsilidir. Algılanan benlik, dünya ve geleceğin olumsuzluğuna dair inancın oluşturduğu bilişsel üçlü, bilişsel şemalardaki olumsuz çarpıtmaların ve kaygının göstergesidir (Çoban ve Karaman, 2013).

Kahramanın mektup ile karşılaştıktan sonra sürekli olarak korku ile tetikte olması, başına kötü bir şey geleceğine dair inancı ile davranışlarını yönlendirmesi beklenti anksiyetesi ile ilişkilendirilebilir. Panik bozuklukta, yeni bir atağın yaşanacağı ve atağın sonucunda olabileceklere dair olumsuz düşünceler beklenti anksiyetesini geliştirmektedir. Birey, yaşadığı tedirginlik ile baş etmekte zorlandığında yaşamını kısıtlamaya başlamaktadır. Bireyin ev dışında herhangi bir yerde bulunmaktan rahatsızlık duymaya başlaması agorafobi kavramı ile açıklanmaktadır. Hikâyede kahramanın zarar göreceği endişesi ile günlerce evden çıkmaması bu bağlamda örnek gösterilebilir.

Kahraman olumsuz çarpıtmaları ile gerçeklikten uzaklaşmakta ve işlevselliğini etkileyen döngüyü devam ettirmektedir. Döngü devam ederken aynı zamanda kahramanın kurduğu insan ilişkileri hızlı ve yüzeysel gelişmektedir. Oysa sahici sevgi, derinlik ve zamana ihtiyaç duymaktadır. Birey kendi başınalığı deneyimlediği süreçte kendi ritmini keşfetmektedir ve kendi ritmini keşfedebildiği sürece diğer melodilere eşlik edebilir. Ancak kendi benliğine sadık olan biri başka benliklere de ulaşabilir. Aksine kendine temas etmekte zorlanan birey için kendine ait bir cümlenin olmaması kaçınılmazdır. Beklemek bir noktada harekete geçmeyi engelleyebilir ve yaşam, ben olmaya doğru akan yolculukta emek ve çaba ile yürümek ile anlam kazanmaktadır.

Gerçekten de olduğun kişi olmak, bir ilişkiyi ve bir hayatı kurtarabilir (Rogers, 1961).


KAYNAKÇA

  • Atay, O. (1984). Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, İstanbul.
  • Bulut, M., Mercan, N. ve Yüksel, Ç. (2020). Bilişsel Çarpıtma Düzeyi ile Depresyon ve Anksiyete Düzeyi Arasındaki İlişki: Sistematik Derleme, Balıkesir Sağlık Bilimleri Dergisi, 9 (3): 215- 226.
  • Çoban, A. E. ve Karaman, N. G. (2013). Üniversite Öğrencilerinin Umutsuzluk, Kaygı ve İlişkilerle İlgili Bilişsel Çarpıtmaları, Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi 2, 78- 88.
  • Gençöz, T. (1998). Korku: Sebepleri, Sonuçları ve Baş Etme Yolları, Kriz Dergisi, 6 (2), 9- 16.
  • Meydancı, R. (2017). Sahte Benlik Algısının Evlilikte Suçu Affetme Üzerine Etkisinin İncelenmesi, ;stanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • Kuzgun, Y. (1972). Kendini Gerçekleştirme, Tur Yayınları, Ankara.
  • Togers, C. (1961), Kişi Olmaya Dair (Çev: Aysun Babacan, 2018), Okuyanus Yayınları, İstanbul. Tükel, R. (2002). Panik Bozukluğu, Klinik Psikiyatri, Ek 3: 5-13.
Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Psikolog
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version