Küçük bir çocuğa rastladım bu sabah. Hüzünlü on yaşlarında bir çocuk. Yüzündeki donuk ifadeden belliydi bir şeylere maruz kaldığı; acı bir şeylere, çaresiz kaldığı şeylere, kaskatı bakakaldığı şeylere. Bu çocuk belli ki bu yaşlarda büyümüş, belli ki yaşının küçüklüğü yalnızca kimliğinde kalmış. On yaşında bir çocuk gözlerinde, yirmili yaşlarını taşıyabilir mi? On yaşında bir çocuk ne kadar büyümüş hissedebilir kendini? Taşıyabilir mi gözlerinde yirmili yaşların büyük bakışlarını? Kaldırabilir mi bu erken büyümeyi?
Bu çocukla rastlaşmak beni durgunlaştırıyordu. Bu çocuğun gözlerine bakmak içimi kemiriyordu. Elinden tutup her çocuk gibi, her on yaşındaki çocuk gibi yaşaması için her şeyi yapabilirdim. Maruz kaldığı bu acı büyümeye müsaade etmeyebilirdim. Her çocuk gibi onunda zamanın akışında büyümesini isterdim. Sık karşılaşıyoruz aslında bu çocukla, neredeyse her sabah, neredeyse her gece. Görüyorum onu, bakışıyoruz uzun uzun gözlerimizin içine kadar. Bazen seslenir bana, yani benim kulağıma öyle geliyor. Tam anlamıyorum ama ne diyor. Yardım istediği kesin, gözlerinden belli. Gözlerinin içine baktığım zaman içim gidiyor, öyle üzülüyorum ki bazen ona, onu görmediğim zamanlarda da onu düşünüyorum. Onu kurtarmak istiyorum. Ona yardım etmek istiyorum. Onun içini alıp, o içindeki yirmi yaşını alıp on yaşlarında olmasını, yaşaması gereken yaşlarına götürmek istiyorum. Yaşamak istediği fakat maruz kaldığı şeylerden dolayı yaşayamadığı çocukluğuna geri döndürmek istiyorum onu.
Hüzünleri birikmiş, acıları birikmiş kusamamış o yaşında. Farkında değilmiş ki o yaşında nereden bilsin. İşte bizi bitiren en büyük çaresizliklerden biriside bu değil mi?
Küçükken maruz kaldığımız duyguların büyük yaşlardaki gecikmiş acılarını hissetmek. O an fark edebilsek eğer yenmek, parçalamak için elimizden geleni yaparız. Küçük yaşlarda, erken büyümelerimiz yorar zaten bizi hayatta. Onlar, onca yaşlarımız sıralı beklerken tek nefeste hepsini boğazımıza dizmemiz bizi büyütür. Bize acı veren şey budur aslında. Zamanında yaşamamız gereken yaşlarımızla erken yaşta tanışmamız yakar canımızı. Erken büyümek yakar bizi içten içe. Yaşayacağımız onca yalnızlığı onca aşkı, kederi zamanından önce tanımak, zamanı geldiğinde onlarla karşılaştığımız anda bizi onlara karşı kayıtsız bırakır. İşte maruz kalındığımız kadar yaşamak, zamanın kontrolsüz oluşuna en büyük şahittir. En büyük gerçektir.
O çocukta bunların tümünü gördüm ben, o öylece mahzun mahzun bakarken bunları gördüm gözlerinde. Çok iyi okurdum o çocuğun yüzünü. Zaten okuyamamak için onun yüzünü ya aptal ya da gamsız olmak lazımdı.
Sık rastlaşırdık o küçük çocukla, sık görürdük birbirimizi. Ama görüşmediğimiz zamanlar, denk gelmediğimiz zamanlar kendini iyi unuttururdu. Sanki hiç rastlaşmamışız gibi, sanki göz göze gelmemişiz gibi unuttururdu kendini. Öyle pis hünerleri vardı. Neden yapardı ki bunu?
Beni düşündüğü için mi acaba? Benim onu gördüğüm anda ki üzüntümü hissedip, bunu tatmamam için mi yaptı bunu? Bana kıyamadığı için mi unutturdu kendini?
On yaşındaki bir çocuk bu kadar derin düşünebilir mi? Bu kadar hisli olabilir mi bir çocuk?
Anlamıyorum, anlamlandıramıyorum gerçekten bu çocuğun neler hissettiğini hiçbir zaman anlamıyorum. Bazen deli gibi görmek istiyorum onu, bazense öylece unutmak istiyorum onu tıpkı onun yaptığı gibi. Tıpkı onun yaptığı gibi unutturmak istiyorum kendimi ona.
Rastlaşmadığımız günleri bile unutmak istiyorum, tümüyle onu unutmak istiyorum, ona baktığım zaman sanki içimde birisi ölüyor, kurtaramadığım birisi gördüğüm fakat kurtaramadığım birisi ölüyor. Sanki bana elini uzatıyor kurtar beni bu durumdan diye sesleniyor bana gözlerinde yaşla bakıyor bana boğazında acı acı kalmış yutkunamadığı şeyler var gibi sanki. Ama olmuyor işte kurtaramıyorum onu. Bu çocuğa bakınca kurtaramadığım birisi ölüyor içimde. Bu çocuk aslında beni öldürüyor, bu çocuğa bakınca içimde ki hüzünler birden şahlanıyor sanki mutlu olduğum günlerin üstüne kafa tutuyor ve yeniyor onu başarıyor bunu.
Bu küçük çocuğu hem kurtarmak istiyorum o bakışlarından bir yandan da öldürmek istiyorum beni öldürdüğü zamanlardan. Hiç rastlaşmak istemiyorum bazen onunla, ama yapamıyorum kaçamıyorum sanki ondan bir şekilde karşımda belirmeyi beceriyor. Bir şekilde nasıl unutturuyorsa kendini aynı şekilde hatırlatmasını da biliyor. Bana zarar verdiğini biliyorum aslında, beni içten içe öldürdüğünü de biliyorum bu çocuğun, ona baktığım zaman hüzünlü, acı günlerimi hatırlatıp beni durgunlaştırdığını da biliyorum. İçinde bas bas bağıran eski günlerle dolu bir kuyunun kapağını açtırıyor bu çocuğun gözleri bana, onu mahzun bakışlarından kurtarayım derken benimkiler çöküyor, onun bakışları benim bakışlarım oluyor.
Bilmiyorum ne kadar gidecek böyle ne ben onu ne de o beni kurtarabiliyor, kimse birbirini yenemiyor.
Uzun bir süre geçti bu sabahın üzerinden uzun süredir denk gelmiyoruz bu küçük çocukla, yine unutturdu kendini. Devam ederken ben hayatıma bir anda topraktan fışkırır gibi çıkacak yüzü belirecek bir yerde biliyorum. Uzun süre oldu çıkacak karşıma biliyorum, bununla yaşamaya alıştım. Onu gördüğüm sabahı düşünürken evin içinde, öylece durgun durgun karşıma ne zaman gelecek diye düşünürken sıkıldım ve yatmak için odaya doğru geçmeye karar vermiştim, zaten epey de geç olmuştu saat. Gecenin zifiri karanlığı vardı tepede. Odamın içine girdim gecenin ürkütücü sessizliği ve karanlığıyla tam yatacakken, yatağımın başucundaki aynanın önünden geçerken bir anda kafamı çevirmemle aynaya, beklediğim yüz çıktı karşıma, aynanın tam içinde o küçük çocuğa rastladım yine. Ara ara evet geceleri de karşılaşırdık onunla bu aynanın önünde ama çoğu zaman sabahları uğrardı bana o yüzden pek alışık değildim geceleri aynada onu görmeye. Bilmem bu gece yatmadan önce onu düşünmemden dolayı olabilir belki bir anda bana uğraması. Bakıştık öyle uzun uzun aynanın karşısında bu küçük çocukla, mahzun bakışları yine yerindeydi. Yine aynı şey oldu bakıştıkça onu o bakışlarından kurtarmak isterken bir yanım, bir yanımda öldürmek istedi onu. Bir küçük çocuğa rastladım işte, o çocuk hep bana bakıyor benimle yaşıyor, aynalarda, gece karanlığında, sabah şafağında, yalnız yatağımda. Bu çocuk beni öldürüyor, kurtarmak istediğim bu küçük çocuk beni öldürüyor.
Daha ne kadar rastlaşırız bilmem, daha ne kadar sürer böyle bilmem, ama çok yoruldum, onun yaşamasından da, bir gün öleceğini düşünmekten de yoruldum. Bu çocukla bir daha denk gelmemek için elimden gelen her şeyi yapardım, bu on yaşındaki yirmisini yutmuş çocukla karşılaşmamak için elimden geleni yapardım.
Ben bu küçük çocukla rastlaştım işte…