“M” Kadar Samimi Ol, Ben Büyürüm Zaten!

Abdullah Altunkup 136 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Ne zaman büyür ki insan? “Babası ölünce büyür insanlar” sözü sürekli kurcalar durur kafamın şanzımanını. Ya annesi? Oysa ben, babası yaşarken büyüyen, gelişen ve babasından önce ölen ne de çok insan gördüm. Hesabını tutmaya kalksam kalem bıkar, mürekkep tükenir, binlerce ağacın vebaline girerim diye ar ediyorum. Ya okuduğum hayatlar! Ya da düşlediklerim! Hanenin onca meyvesi içerisinde dışlanmış bireyler, sayısız yazarlar, dizeleriyle yaşayan şairler, resimlerine ruhunu vermiş ressamlar, yüz kere batmış, yüz bir kere yeniden başlamış iş adamları, elleri nasır tutmuş çiftçiler, üşüyen sokak çocukları. Tüm canlılar kendisinin seçemediği, asla da seçemeyeceği ebeveynlerden doğmaya daha ne kadar devam edecekti? Büyürken hayatı sorgulamaların sonu kodes miydi yoksa yargıçlık mı?

Bazımıza anne ve babanın gölgesi, çöl sıcağında serap görmek, binlerce hayal kurup, kâbuslar içinde uyanıp bir kum tepesinin güneş görmeyen ya da gördüğünü zannettiğimiz sahte serinlikte savunup büyümek için ilerler zaman. İlk kelimelerimizin hayatımızın çimentosu olduğunun idrakine varmamak için ne yapmak gerekir ki? Sevgi içimizden gelir ve sadece bir (m) üretirse anlam kazanır diye düşünmeden geçemeyeceğim. Nasıl mı? Samimiyetle sahiplenerek tabii ki!

Bazımıza bardaktan boşanırcasına yağan nisan yağmurundan nasibini almayan sert bir kayada büyüme mücadelesi veren küçük çam fidanının, birilerinin gelip şaşkınlıktan ağzını aça aça fotoğrafının çekileceği günü beklemesi gibi…

Bazımızı ise yokluğun yoklukla harmanlanıp, adına da yoksulluk konduğu garip bir ortamdan, dört duvar arasının sıcak bir yuva olarak isimlendirildiği soğuk bir beton labirentte tecride mahkûm büyürüz ya da büyüdüğümüzü zannederiz.

Kimimiz ekmek çokken ekmek fakiri, kimimiz bankada nema üreten ama bize hiç fayda vermeyen paranın esiri olanların yalancı gölgesinde titreyerek büyürüz ya da büyüdüğümüzü zannederiz.

Hayatı simalarda sirkeye dönüştürmekle öğrenemeyeceğimizi, baba kelimesinin “babam” samimiyetine dönüştüremedikçe, anne gibi kısa ama sonsuz bir cümleye “annem” anlamını yükleyemedikçe kör testere ile biçilmişçesine büyüdüğümüzün farkına yıllar sonra varacak, birileri gözümüzde küçülürken biz aşılmaz dağlar kadar büyüdüğümüzü zannedip sarp ve ıssız kaldığımızı çok sonraları anlarız. Olgunlaşmadan büyüyüp, kilerde tuzak kurulacak bir fare gibi acizlik çekmek istemiyorum ben, baba(m).

Ne zaman büyür ki insan? Bir damladan bir avuç toprak, bir kavanoz kül olunca mı? Bedenlerin büyümesi suni bir gelişim olarak kaldıkça hep yerimizde sayacağımızı öğrenmemiz asıl mevzu değil de nedir? Büyümek, güzellik yüz güzelliği kadar sahte değil midir? Yüz güzelliğimize bakarak, günden güne çekici bir hal alarak büyüdüğünü zanneder insan. İşte tam burada aldanır. İnsanlar, geçici güzellik tersine dönünce tepiği atmak için gün sayar. Beden birkaç lokma ile görünebilecek kadar büyür de mevzu bu değil ki! Beynin, düşüncelerin büyümesi asıl konudur ve biz bunu her zaman atlarız. “Babası ölünce büyür insanlar” sözü sürekli kurcalar durur kafamın şanzımanını dedim ya. Bizim yerimize düşünecek insan düşünmüyor ve yok olmuşsa ellerimiz koynumuzda kalmış ve ilk saniyeden itibaren ne yapacağımızı, bundan sonra nasıl planlar kuracağımız konusunda var olmaya başlarız fikri kor gibi düşmeden yüreğime, yanmadan pişir beni anne(m).

Baba, benim büyümem için senin ölmen gerekmiyor; beni midemi doldururken beynimi de doyur ki sen ölünce bocalamak zorunda kalmayayım. Bırak dizlerim kanasın. Sokak kavgasında ağzım yüzüm kan içinde döneyim. İyi ya da kötü ne bulursam okuyayım mesela. On ekmek alacak para ile bir ekmek almak için fırına gideyim. Okul yolunda bacaklarım sızlasın. Sen ölünce ruhum sızlayasıya…

Anne, bana prens ya da prenses rolünü değil, hayatın gerçeklerini yaz ve koy önüme. Atkı örmesini, elbisemi yıkamasını, ütülemesini, kuru fasulye falan yapmasını öğret mesela. Ateşin dikkatli olmazsam yakacağını, değerimin yüz güzelliğimde değil de düşünce hazinemde olduğunu geç kalmadan samimi olarak öğret bana anne(m).

Ben, annem ve babam ölünce büyümek istemiyorum. Ben, kimsesiz de büyümek istemiyorum. Ben, bedenen değil, ruhen büyümek istiyorum. Büyümek samimiyette gizlidir. Baba yerine “babam”, anne yerine “annem”, aşk yerine “aşkım” yerleşmedikçe bedenimiz ne kadar büyürse büyüsün, kapasitesi zorlanmayan bir beyinle bırakın anne ve babanızın ölmesini, kıyamet kopsa bir santim büyüyemem kanaatindeyim. Ya sen?

Ben, büyümek istemiyorum. Olgunlaştır beni baba(m). Olgunlaştır beni anne(m). Olgunlaştır beni aşk(ım). Ben, kavak ağacı gibi gökyüzüne sahte buse kondurup, mutlu taklidi yapıp gölgesiz kalmak istemiyorum. Bana, üretim tarihimdeki kadar heyecan, cesaret ve sorumluluk verin ki, kaçamak bir velet gibi siz ölünce büyümek zorunda kalmayayım. Olur mu?

BÜYÜMEM İÇİN ÖLMEN GEREKMİYOR, “M” KADAR SAMİMİ OL BEN BÜYÜRÜM ZATEN. ÖNCE KALBİME, SONRA BEYNİME BİR “M” KOY YETER. AŞKIM YERİNE, AŞKI(MMMMMM….) DESEN DAHA ÇOK BÜYÜRÜM MESELA. BİR KÖŞEYE ATMA BENİ. VELET DEME, EVLADIM DE MESELA! VS… VS…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version