Bak, buradayım; ölmedim hâlâ
Tutunuyorum uçurum kenarına
Senin için, unutmak için
Annem için, annem için…
Emre Aydın
Aydın’ın içi çok fena sıkılıyordu. Belki bu bahar akşamı tek başına oturduğu balkonda sıkıntılı havanın da bunda etkisi vardı ama sanki daha başka bir şey de sıkıyordu içini. Biraz sonra çiseleyerek başlayan yağmur havanın sıkıntısını aldı ama Aydın’ın sıkıntısına çözüm olmadı. Bir süre daha öfleyip pöfledikten sonra bayramın yaklaştığını fark etti. Belki içine sıkan konulardan en azından biri buydu.
Bayramlarda özellikle bir grup insan onda çeşitli travmalar oluşturmuştu. Yakın akraba ve komşulardan olmayan bu kişilerle belki de bayramdan bayrama görüşülüyordu ama bu onların Aydın’ın hayatı ile ilgili yorum yapmalarını engellemiyordu. Aslında küçükken onu büyük insan yerine koyup onunla konuşmaya çalıştıkları için hoşuna giderdi bu insanlarla konuşmak ama bir yerden sonra onun büyüdüğünü kabullenememişlerdi. İlk travmasını üniversite sınavından yeterince puan almadığını düşünerek tercih yapmadığı sene olmuştu. Ona sınavı kazanmasını tavsiye etmişlerdi. Yok, şaka değil, gerçekten bunu tavsiye etmişlerdi. Sonra da onun aslında o seneki puanıyla girebileceği bölüme giren bir sürü kişiyi gereksizce övmüşlerdi.
İkinci travması okulun bitmesi ile olmuştu. Sanki zaten iş bulamadığı ve ailesinden de para istemeye utandığı için yeteri kadar sıkıntısı yokmuş gibi iş bulmasını tavsiye etmişlerdi. Hadi ya? Ne kadar da parlak bir fikirdi, nasıl boş geçen günler boyunca aklına gelmemişti ki?
Yavaş yavaş işine adapte olunca ve arkadaşları tek tek evlenirken gerçekten yalnız kalmayı dert ettiği bir dönemde de evlenmesini tavsiye etmişlerdi. Hatta o kadar canının sıkılıp uzun uzun ağladığı bir arife gecesinin gözlerinin şişliğini inmediği sabahında bu tavsiye ona neredeyse küfür gibi gelmişti ama sabredip bayramlık ağzını açmamıştı.
Ve şimdi evlendikten hemen sonra çocuk yapmaları tavsiyesi gündemdeydi. Ve işin acı tarafı zaten son bir senedir eşiyle çocuk yapmayı da gerçekten istiyorlardı ama olmuyordu. Yani zaten bu yavaş yavaş canlarını sıkan bir konuydu. Belki yakın bir gelecekte tedavi olmaya başlayacaklardı. Ama o zaman da olmayabilirdi. Gerçekten bu insanların akıllarına ihtiyaçları var mıydı? Ya da bu insanların bu kadar az bilgiyle bu kadar canlarını yakmalarına gerek var mıydı? Sevgili büyükler bunu neden düşünemiyordu?
Evet, canını sıkan noktalardan biri buydu. Tam o sırada aslında yakınlarda keşfettiği diğer başlık da aklına geldi. Yakın zamanda kimseyle dertleşemediğini fark etmişti. İlk fark ettiğinde insanın en çok kimle dertleştiğini düşündü. İlk aklına gelen arkadaşlardı. Hayatına göz attığında çok uzun süredir hayatında aktif olan arkadaşlarının bulunmadığını gördü. Arkadaşları genelde hayatına hangi nedenle giriyorsa o neden ortadan kalktığında da hayatından yavaşça çıkıyorlardı. Okuldan arkadaşlarını okulları bitince, eski işyerindeki arkadaşlarını iş değiştirince, eski komşularını ise ev değiştirdiklerinde kaybetmişti. Eşi ile özellikle evlendikten sonra ve özellikle onun hayatı hakkında gittikçe daha az konuştuklarını anlamıştı. Anne, babasına dertleşmek için yaptığı bir iki denemede çok üzüldüklerini görmüş ve bu konuyu tamamen kapatmıştı. Kardeşi ve bir iki kuzeninin de neredeyse her zaman ondan daha fazla derdi vardı zaten.
Bu keşiften sonra yine de hiç kimseye kızmamıştı. Bu işler biraz karşılıklı olmalıydı ve insanlar hayatının içine girmediyseler büyük ihtimalle kendisi yeterince çabalamadığı ve ya kendisinin de onların hayatlarının içine giremediği içindi. Ama… Aması işte, küçük de olsa büyük de olsa yapayalnız kaldığı bu hayatı içine atarak yaşamaya devam ediyordu.
Bu arada sehpanın üstünde nereden geldiğini anlayamadığı uzunca bir magnezyum şeridine gözü takıldı. Nedense içinde bir parçasını kopardığı şeridi kül tablasının içine atıp yakmak geldi. Hemen alev almayan şerit alev aldığı anda ise bir süre parlak bir ışık çıkartıp saniyeler sonunda da söndü. Bu parlak ışık aklına “Kibritçi Kız” masalını getirdi. Kibrit alevi ile kurduğu mutlu hayalleri olan kızı düşündü. Sonra bir anda bu şeritleri yakarak masalı tersine yaşamaya karar verdi. Yayılan ışığın mutlu hayalleri değil de onun cenazesini göstermesini istedi. Aslında böyle kendine acımanın lüks olduğunu düşünürdü her zaman ama işte bu iç sıkıntısı ve belki de bu yağmurlar onu böyle lüks bir hayatı yaşamaya itmişti.
Uzunca bir şerit alıp tutuşmasını beklerken cenazesine gelen iş arkadaşlarını düşündü. Eli yanmasın diye şeridi kül tablasına atarken düşünmeye devam etti. Yakında gittiği cenaze geldi aklına. İş yerindeki eski arkadaşları ile karşılaşıp “Vay!” diyerek selamlaşmışlar ve gülüşerek sohbet etmeye başlamışlardı. Kendi cenazesi de bu neşeli buluşmalara ev sahibi olurdu. İşyeri yokluğunu hissederler miydi acaba? Şu anda orta düzeyde yöneticilik yaptığı şirkette ne altında çalışanlardan ne de üstünde çalışanlarda gerçek bir saygı duyulduğunu hissetmiyordu. İşler biraz da iki tarafının eksikliğini de kendini feda ederek kapattığı için bir süre kilitlenebilirdi ama bir süre sonra yerine tabii ki birini bulurlardı. Şimdi düşününce uyum sağladığı süreden sonra işlerin mutlaka daha sağlıklı gideceğini düşündü, canı biraz daha sıkıldı.
Uzunca bir şerit daha yakıp sönesiye kadar boş bir zihinle parlayan ışıkta kayboldu. Sonra eşini düşündü. Bazen bilemiyordu. Boşanmak üzere olabilirler miydi? Az önce düşündüğü gibi uzun zamandır sağlıklı bir sohbetleri olmamıştı. Sadece planlarını teyitleşiyorlardı. En son biraz da dertleşmek için “Senin için yeterince şey yapamadığımı düşünüyorum” diye başladığında “Yap o zaman” diyen eşi lafı öyle bir kursağında bırakmıştı ki kursağının bir kurbağa gibi şişip onu boğacağını hissedip yine balkona koşmuş ve biraz hava alarak hayatta kalmıştı. Belki ölümü onun hayatını oldukça kolaylaştırırdı. Kimse kimseyi suçlamadan sakince hayatından çıkardı. Böylece eşinin hayatında yeni bir sayfa açılırdı ve muhtemel iş hayatında olduğu gibi daha sağlıklı bir ilişkisi olurdu. Aydın’ın şakakları istemsizce sıkılıp gözleri doldu ama eşini düşünmeye devam etti.
Bazen de tam tersini hissediyordu. Belki şimdi balkondan kalkıp yatağa gitse usulca ona sokulup sarılarak huzurla uyumaya devam edebilirdi. İşte bunun yerini dünyada dolduracak pek az şey vardı. Bunlardan biri de belki bir bebekti ve hala beraber bebek yapmayı düşündüğü bir insanın kendisinden vazgeçmeye o kadar da istekli olmayabileceğini düşündü. Bazen gün içinde sadece bir saniye bile olsa ona gülümseyerek baktığı zamanları hatırladı sonra… Belki de fazla karamsar düşünüyordu.
Bir şerit daha yakarak sakince sönmesini bekledi ve anne babasını düşündü. Evet, kendi dertlerini anlatmamaya karar vermişti ama acaba onların dertlerini yeterince dinleyebiliyor muydu? Canı acıdı. Sanki bir dertleri olunca ilk akıllarına kardeşi geliyordu. Zaten konuşmalarında illa bir iki kez kardeşinin verdiği tavsiyelere ne kadar inanarak hareket ettiklerine şahit oluyordu. Eğer bir gün kardeşi ölürse o yas sürecini yönetebilir miydi bilmiyordu ama evet, kardeşi kendi cenazesinden başlayarak onları teselli edecek ve onun yarattığı küçük boşluğu da doldurabileceği en büyük şekilde dolduracaktı. Gene boğazına bir yumru oturdu.
Sonra bir şerit daha yakıp cenaze törenine geri döndü. Annesinin nasıl içten, içi yana yana ağladığını görünce gözünden damlayan iki damla yaşa engel olamadı. Annesinin yanında ağlamamak için kaskatı kalmış ama eşini teselli etmeye çalışan babasını görünce ise hıçkıra hıçkıra ağlamamak için çok derin bir nefes aldı. Evet, dimdik durmaya çalışan adamın neredeyse ömründen ömür çalınıyordu şu anda.
Kibritçi kızın tüm kibritleri yakıp yaşamdan koptuğu o anda Aydın bütün şeritleri ateşe vererek hayata bağlandı. Belki bazen uçurumun kenarına geldiği oluyordu ama hayır, buradaydı hala. Ölmemişti, kendi isteğiyle asla ölmeyecekti. Eşiyle yaşayacağı o saniyeler için, annesini üzmemek için, babasını yıkmamak için…
Gözleri dışarıya baktığında yağmurun dindiğini fark etti. Bu arada içindeki sıkıntı da gitmişti. Belki de bu yağmurlar sıkıntısını götürmüştü.
Dışına ve içine döktüğü yaşlardan sıyrılıp ışıl ışıl bakarak umutluca inandı.
Ve işte bak burada kalacaktı işte, belki de en çok gelecekte ona “baba” diyecek bir çocuk için…