Her akşam aksatmadan bu ıssız yerdeki çay ocağında saatlerce oturdum. Çünkü otobüs durağını tam buraya koymuşlardı. Beklerken, kirli bardaktan içtiğim acı çay, tek ayağı seken bu ihtiyar sandalye, defalarca okunmaktan yıpranmış gazete sayfaları en sevdiğim şeylere dönüşüyordu . Bir önceki durak bana daha yakındı ama bu, burada otobüs beklediğim gerçeğini değiştirmez. Evimin önünden binsem oturma şansım elbette daha çoktu. Buradaki durak ise her zaman tıklım tıklımdı. Ayakta gitmeyi neden göze aldığımı açıklamak istemiyorum. Bazı zamanlar bir sonraki otobüsü beklediğim de doğru. Acelem yok, hangi saatte nerede olacağımın önemi yok. Kabul ediyorum, bizim durak daha güvenli sayılır. Ama kim bilebilir belki de “EN BÜYÜK TEHLİKE GÜVENDE OLMAKTIR.” Anlamsız işlerim, sadece bu durağa yürümekle sınırlı da değil. Kendime daha neler ediyorum bir bilseniz? İçimdeki gamsız insanı süründürmek istiyorum. Pencereden içeri giremeyen güneşin; hıncını, erittiği perdelerden çıkarması gibi ben de ayaklarıma ve kendime zulmederek alıyorum intikamımı. Perde satan adam memnun bu durumdan. Ayakkabı satıcısı da mutlu görünüyor. Demek ki birinin zulmü ötekine yarıyor. Düşünüyorum, eğer bir insanı gerçekten öldürmek istersem neresinden nişan alırdım? Kalbinden. Evet , kalbinden değil mi? Ya Müslümanlığı yok etmek istersen? Yine kalbinden nişan alırdın değil mi? Yani Kudüs’ten. Peki bir gün buna şahit olursan naparsın? Duyamadım? Anlaşılmıyor cümlelerin…Senin kalbindeki Kudüs’ü çoktan işgal ettiler değil mi? Ondan böyle tiz çıkıyor sesin. İşte bu çıkmayan seslerin karanlığı yutuyor; seni, beni, bizi…
– Abi iyi misin? Bana mı seslendin? Çay getireyim mi?
Sanırım son sözlerim çay ocağının duvarlarını yalayıp çırağın kulağında yankılandı.
– Abi sana diyorum iyi misin? Yarım saattir hareket etmeden otobüs durağını seyrediyorsun. Senin bir derdin mi var?
İhtiyar sandalyede sallanarak alıyorum acı çaydan son yudumu zoraki yutkunuyorum.
– Var tabii ya. Kalbimizi söküyorlar. Senin derdin yok mu?
– Boş ver abi, hep Amerikan oyunu bunlar. Geldi senin otobüs yine tıklım tıklım, istersen bir sonrakini bekle. O her zaman daha boş oluyor, rahat gidersin.
– Olur, beklerim.
– Doldurayım bir çay daha?
– Olur, içerim.
– Dur! Bugünün gazetelerini de getireyim sana. İlk sana nasipmiş, unutmuşum masaya bırakmayı soran da olmayınca kalmışlar.
Acısı rengine kaçmış, bayat çayı ve üç gazeteyi gülümseyerek bırakıyor masaya. Çay tabağındaki ıslanmış şekerleri ağzıma atıyorum, kıtlatamadan eriyor ikisi de. Çayı şekersiz içiyorum aslında. Bir yudum alıyorum; kocaman puntolarla yazılmış manşeti okuyorum: “Filistin halkı yalnız değildir!” Bir yudum daha “Aksa’da Siyonist zulmü!” Hemen yanında daha büyük puntolarla başka manşet, “Anahtar teslim ama zenginlere” tek ayağı seken ihtiyar sandalye de benim gibi duraksıyor, sallanmıyor artık. Bir sonraki otobüs de geçip gidiyor. Son otobüsü beklerken üçüncü manşeti okuyorum:
Biz Kudüs’ü değil, Kudüs bizi kurtaracak…
Yine acı bir yaraya parmak basmışsınız Güvercin hocam, lakin bu sefer öyle bir acı ki artık uyuştu acımıyor tamda yarayı açanları istediği gibi.
Kaleminize yüreğinize sağlık.
Çok teşekkür ederim 🙏
Kaleminize sağlık hocam çok güzel bir yazı olmuş🧡
Kaleminize sağlık hocam
Kudüs bizi kurtaracak !!! Çok güzel Bi yazı olmuş. kalemine sağlık 👏👏👏