Sene 1989, ve çok beklenen yaz tatili gelmiş. Biz, çok uzak olan yazlığımıza, Marmaris’e, uzak yollardan, Ankara’dan gidiyoruz. Daha klima keşfedilmemiş, bagajı küçücük (bana göre küçük, barbilerimi götürmeme izin yok artık), ve tosbağa arabamızın motoru arkada. Çıktık yola. O zaman, o zamanki iyi şartlarda, şimdi sadece sefillik diyebileceğimiz bir düzeydeyiz. Ama o zamanki saf anılarım hep orada, saflıkta kalmalı. Teknolojiden uzak, gerçek arkadaşlarla koşuşturmak, denize girmek, like’lamadan gerçekten severek, beğenerek günleri yaşayarak geçirmek.
Anneannem hayatta. Onun yazlığına, Marmaris’e gidiyoruz her yıl olduğu gibi. Annem, kardeşim, ben ve anneannem. Muhtemelen babam götürdü. Hafta sonu kaldı ve döndü. Marmaris’e gelince, siteye bakan balkondan kimler gelmiş diye kamuoyu yoklaması yapardım. Evleri açık olanlar iyiye işaretti. Ama hemen sevinme, belki anneanne ya da babaannesi gelmiştir de benim arkadaşlar henüz gelmemiş olabilir. Ya da iyi tarafı onları da görebilmekti. Buluşunca arkadaşlarımızla, gündüz deniz ve sahilde yürüyüş ve keşif, akşamları ise izin süremiz bitene kadar sahilde, iskelede yıldız, mehtap fonda Akdeniz akşamları. Biraz da bizden büyükler ne yapıyorlarsa onları izlemek.
Asıl konu, benim o zaman çok yakın arkadaşlarımdan biri olan Banu, birine aşık. Adı Yiğit. 30 yıl sonra bile anı bende. Ama Yiğit’i hatırlamıyorum. Anı güzel.
Bir otel var, bize çok yakın. Sahilden yürüyerek gidersek on dakika ancak sürer. Oranın güvenliğine yakalanmadan denize girmek en büyük eğlencemiz. Belki de çılgınlığımız. Ben oradan pek denize giremem çünkü çok yosunlu. O yüzden çılgınlık, hem yosunlu hem yasak. Neyse, Banu ve ben, keşif yerimiz olan Lidya Oteli’nde sanki orada kalıyormuşuz gibi gezinirken mi Banu aşık oldu yoksa önceden mi tanıyordu, oralar bende yok. Tek bildiğim, Banu’nun Yiğit’e aşık olduğuydu. Biz Yiğit’in peşinde Lidya’dayız. Akşamları da görmek ister Banu ama bizim izin süremiz az ve gitmememiz gereken yerler oralar. Akşamları biraz ıssız ve sessiz o yollar. Şu an cıvıl cıvıl. Yürüyüş yolları var. Ama diyorum ya, yıllar önce, vosvosta klima yok. Bağ bahçe her yer. Dutluktu buralar.
Bizde ne yapıyoruz, iskeleye çıkıp, yönümüz Lidya Oteli. Orada oturup Lidya Oteli’ne doğru şarkı söylüyoruz. Aslında Banu söylüyordu, ben de dinleye dinleye öğrendim. Ezberledim. Eşlik ettim.
Ne bir haram yedi,
Ne cana kıydı,
Ekmek kadar temiz,
Su gibi aydı.
Hiç kimse duymadan
Marmaris’e geldi.
Yiğidim aslanım,
Lidya’da kalıyor.
Banu hatırlar mı bilmiyorum. Hadi geçtim bunları, Banu beni hatırlar mı? Benimse Zülfü Livaneli ile tanışmam. Bunu hiç unutmadım işte. Hala bu şarkıyı dinlerken eşlik ederken, içimdeki çocuk “Lidya’da kalıyor” diyor.
Lidya Oteli’nin de şöyle bir hikayesi var. Gerçek midir, uydurma mıdır bilmiyorum ama anlatılırdı. Yıllar yıllar önce, otelin arsası birine aitmiş. Otel sahibi ondan satın almış arsayı. Diyelim, satan köylümüz olsun. O biri, aldığı parayla karısına dikiş makinesi almış. Çok uzun yıllar geçmeden, Lidya Oteli yapılmış, o zamanın en lüks oteli belki. Turizm merkezine dönüyor. Çam ağaçlarının arasında. Muhteşem deniziyle… Gerçekten de Marmaris ve muhteşem denizi… Bizim köylü pişman. Verdi arsayı, aldı dikiş makinesini. Her yaz Lidya Oteli dolup taşınca, pişmanlığı artınca bizim köylünün, dikiş makinesi ile otele gelirmiş. “Al makineyi ver arsamı,” diye. Yetkili de bir miktar para verip yollarmış. Benim acıdığım, üzüldüğüm, kurt köylü, kaç kez Lidya’nın arsasının parasını çıkarmıştır, kim bilir.
İşte yıllar önceydi; liseye geçtim diye kendimi büyüdüm sanan, yaşlı köylüye üzülen, yosun üzerinde yüzemeyen, iskelede Banu ile beraber şarkı söyleyen, şarkının Zülfü Livaneli’ye ait olduğunu bile bilmeyen ben…
Bir gün Banu daha acıklı söyledi şarkıyı:
Bugün efkarlıyım,
Açmasın güller,
Yiğidimden kara haber verirler.
Demirden döşeğe,
Taştan sedirler,
Yiğidim aslanım,
Lidya’dan gidiyor.
Tatil bitmiş, Yiğit efendi otelden ayrılmış. Sonra ne yaptık? İşte o kadarını hatırlamıyorum. Şu sıralar, sene 2024’te, başka gündem mevzu bahis. Konumuz, bu güzel sitenin yıllara yenik düşerek yıkılması. Ben doğmadan bir yıl önce alınmış. 51 yıllık anneannem evi. Ama maddi imkansızlıklar yüzünden site sakinleri güçlendirme yaptırmayı planlıyorlar. Keşke anılarımızı da güçlendirebilsek. Çok güzel bir bahçesi vardır sitemizin. Lavanta kokar. Kıyısına köşesine lavanta ekilmiş. Kokunun seni karşılama gücü var. Hatta yıllar geçse bile o koku sana kendini hatırlatıyor, geçmişe de götürüyor. Bir anı geldi bile aklıma lavanta kokularının arasından. Küçüğüz o zamanlar, artık ne konuştuysak ölüm, cennet ve cehennem, akşam olunca karanlık başlayınca aldı bende bir korku. Belki de tatil bitiyor, dönüş yolu yakınlaşıyor, okulun başlama tarihine az kalmış, arkadan da kış geliyor. Anladın o psikolojiyi. İçimi bir pürüz kaplamış. Akşam ben korkmaya başlayınca, anneannem balkonda, sallanan koltuğunda, güneşin batışını, ayın gelişini, havanın kararmasını, sitenin bahçesinin renk değiştiren çiçeklerine bakıyor. Ayrıca buraya bir virgül koyuyorum, mehtapta güzel izlenirdi bizim evden. Ona ölüm nedir, cennet neresidir, orada kimler olabilir gibi benim için çok önemli ve korku dolu soruları sormuştum. Bizim lavanta kokulu bahçemizi gösterip “Cennet böyle bir yer olmalı,” dedi. Beraberce bahçemizi izledik. İçindekilerden en beğendiklerimizi de cennet bahçemize ekledik. Bir de tulumbamız vardı. Ben onu da ekledim cennet bahçeme.
Akşamüstü sitenin duşları belli bir saatte kapanır. Koşa koşa tulumbaya giderdik. Onun suyu hep soğuktu. Ayrıca orada hep sıra beklersin. Çünkü geç kalanların hepsi güle oynaya oraya gider, sıra olunur. Beklerken de birazcık kurursun. Soğuk tulumba suyuyla tekrar canlanırsın. Tadı da çok güzeldi. İçmelere doyulmazdı. İçmeler diye bir yer vardır Marmaris’te.
Bu ay neler oldu?
- Öncelikle çok sıcak oldu.
- İzmir’im cayır cayır yandı. Çaresizce izlerken de ağladık, küllerle dolu balkonlarımızı yıkarken de.
- 50 yaşa girdim bu ay. Çok şanslıysam bir bu kadar daha yaşar mıyım diye sorarken kendime, şans uzun yaşamak mı, sağlıklı mı yaşamak? Aklımda deli sorular.
- Selami Şahin’nin bütün şarkılarını biliyor olmanın bende şok etkisi hala sürüyor.
- Ahu Tuğba vefat etti.
- Lost gelmiş Netflix’e. Yıllar öncesiyle aynı zevkle izliyorum. Halbuki geçen sene nefesim kesilerek izlediklerime bile sıkıntıdan şaşarken.
- Murathan Mungan’ın ‘Yüksek Ökçeleri’ni yıllar önce okudum, şimdi Storytel’de dinliyorum ve hiç hatırlamıyormuş gibi dinliyorum. Yıllar önce okuduklarımı neden hatırlamıyorum? Boşa mı okuyorum diye söylenirken bana katılanların hatırı sayılır çoğunluğu yalnız değilsin hissi veriyor.
Okurken genç kızlık yaşlarıma gittim 🥰 kalemine sağlık🙏💙