Herkesin taktığı bir maske vardır derler. Bazen yürürüm ve düşünürüm, insanlara gülümsediğimde acaba samimiyetime inanmazlar mı diye? Bazı insanlarınsa gerçekten tebessüm yoksunu bir suratları vardır ya da daha kıymetli buldukları insanlarına gülümserler sadece. Bazıları öyle soğuk güler ki üşürüm oracıkta. Keşke hiç karşılaşmasam onlarla diye düşünürüm. Ve maskesini çıkarırsa karşımdaki, belki bunca zamandır selam verdiğime üzülürüm.
Hayattaki sınavlar zorlar hepimizi, sınırlar çizmek isteriz incindiğimiz insanlara karşı belki bazen başka maskeler takıp kendimizi kurtarmayı seçeriz. Geçmişte çokça mesafeli durduğum biri vardı. Aynı iş yerinde çalışırken hep beni azarlar gibi bir hâle, duruşa sahipti. Sanki bir hata yapmışım veya her an bir hata yapacakmışım da azara hazır hâlde bekliyordu. Günler geçtikçe benim kişiliğimi gördü ve taktığı maskesini indirmeye karar vermiş olacak ki altından pamuk gibi bir kalbi olan bu zamana kadar sen nerelerdeydin dedirten bir abla olup çıkıvermişti. Böylesine değişim beni oldukça şaşırtmıştı. En yakın arkadaşlarımdan biri olmuş, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez hâle gelmişti. Sonrasında ne mi oldu? Sonrasında iş yerlerimiz değişti ve biz yine görüşmeyi bıraktık. Birbirimizden de uzun zamandır haber alamadık.
Kimi inanıp güvenir, onun gibi indirir maskesini; kimisi ise inat eder, şans tanımaz kimseye, çekildiği yalnız köşesinden bakar hayatın karmaşasına. Kimisi ise ki en sevmediğim tiplerdir, kafasına yazdıysa seni ağzınla kuş tutsan fayda etmez. Mevlana: “Sana taş atana sen gül at ki ellerin gül koksun.” dese de hemen hemen çok azımızda vardır bu hoşgörü. Aslolan gül atmaktır ama o sinirle bir diken parçası bulmak, onun canını acıtmak isteriz de yapmamız gereken elbette ki gül atmak, kendi güzelliğimizi gülle anlatmaktır karşı tarafa. O zaman kendi kişiliğimizden ödün vermeyip etrafa atacağımız nice gül kokulu günlere…