Her yolculuk aslında bir başlangıçtır. Yeni düşüncelere, duygulara, farklı dönüşümlere, zihni berraklığa ulaşmanın kapısıdır. Yolculuğun sırrı içinde gizlidir. Kalbe gelen mesaj “git” komutunda ilerlerken, aslında içsel bir kendine gitme durumu olarak ortaya çıkmadan sakince ilerler. Seyahati kutsal ve önemli kılan amacı ve sonucudur.
Her gidiş bir varış, her varış bir gidiş değil midir?
Bizi mahkûm eden fikir ve düşüncelerimizi, duygularımızı arındırmak için bir sebeptir. Bilinçli seyahatlerin insan üzerindeki etkisi ancak içsel muhakeme ile mümkün olacaktır. Yolculukta rota bellidir belki, ama varış yerindeki sürpriz ve güzellikler, uyanışlar içinde gizlidir. O zaman gizil güç bu olmasa da ben bunu gizil güç olarak tanımlamak istiyorum. Her öğreti yeni bir varoluşa gebedir, mecburdur. Seyahati göze alan değişimi kabullenmeli. Stoacı felsefede 5 slogandan biri Quo Vadis? (Nereye gidiyorsun?) felsefeciler bile bu sorunun sırrına ermeye çalışmışken, bizim her yolculukta bir gidiş ve varış aramamız çok da garipsenmemeli. Manaya her zaman varamayabiliriz ama o yolda ilerlemeye devam ederken heyecan ve mutluluğunu yaşayabiliriz. Önemli olan da bu değil midir? Vardım dediğin yerde olamamak, oldum dediğin yerde ham kalmaktansa yolda olmanın hazzını yaşamak. Yolculuktaki arayış ve buluşlar kişinin bilinç seviyesiyle de doğru orantılıdır. Kavuşmaya gebe koşuşlar, vedaya dair acılar, sevince mazhar gidişler, yeniliğe açılan kapılar. Hepsini bilinçli yaşamak zorunda mıyız? Salık bırak zihnini, varsa alacağı öğreti elbette alacaktır.
Son yaptığım seyahatten edindiğim izlenimler sonucunda anladığım şu ki insanoğlu medenileştikçe mekanikleşti. Duyguların, nezaket ve kibarlığın ötelendiği metropol yumağına dönüşmüş kentte yaşam mücadelesi bizimki. En son ne zaman size “Ne ihtiyacın olursa olsun hallederiz.” diye bir geri dönüş ve samimiyet gösterdi yaşadığınız yerdeki esnaf, bakkal, market ya da restoran? Bizler ön yargılarımızın kurbanı olduğumuz gibi, karşımızdaki insanları da buna kurban etmiş, yargısız infaz yapmışız. Ön yargının esareti. Kendime üzüldüm, bu yargıyı aşmamış olmaktan dolayı hicap duydum diyebilirim. Ama emin olun, güzel şehir, medeniyetlerin beşiği, birçok inanışın bir arada kardeşçe yaşadığı güzide memleketlerimiz bu ön yargıya bile sevgi ve muhabbetle karşılık vererek yine bizi utandırırlar. Tebessüm etmek hani sadakaydı, peki bizde neden tebessüm kalmadı? Nerede? Ne zaman kaybettik? Ya da hâlâ tebessüm ve samimiyetle cevap veren şehrin insanları bunu nasıl başarabiliyorlar? Medenileşelim derken neleri kaybettiğimizi bir kez daha irdelemek zorunda kaldım. Bir tokat gibi yüzüme gelen tebessümler, samimi kibarlıklar soğuk duş etkisi yaptı. Girdiğiniz her dükkânda ayrı bir samimiyet ve güzellikle karşılaşmamak mümkün değil. Daha öğreneceğimiz çok şey var. İnsanoğlu silkelen ve kendine gel, demekten geri kalamıyor kalbim ve düşüncelerim.
Bu yazımı sevgili Diyarbakır, Mardin, Midyat şehrinin müstesna insanlarına atfediyorum. Sevgi ve dostluğu, samimiyeti, unutmuş olduğumuz misafirperverliği, Anadolu erdemlerini bizlere hatırlatan şehirler daim var olun. Erdemleri korumak ve kaybetmemek de bir erdemdir.