Dünya dört şeyin üzerinde durur…
Bilgelerin ilmi, yücelerin adaleti, haklıların duası ve yiğitlerin cesareti. (Frank Herbert)
Her yüz yılda bir dünya insanları çeşitli nedenlerle birbirlerine düşman olurlar. Bu anlaşmazlıklar yeni dünya düzenine gebe bir toplumun sancılarıdır aslında…
Yenilikler bazı zamanlarda insanlar için korkutucudur. Değişen toplum yapısında insanların kişilikleri, kimlikleri, aidiyet sorunları, psikolojik hastalıkları ve bedenleri hastalanır.
Mehmet Akif, böyle buhranlı bir dönemde, karakterini hiç dumura uğratmadan yaşamayı başarmış ender insanlardandır.
Mehmet Akif “karakter abidesi” bir şahsiyet olarak günümüz insanına biraz ürkütücü gelebilir. Gerçek manada onu anlamayabilmek, karnımız tıka basa doluyken zordur…
Karakterli insanların bir toplumda az da olsa bulunması, insana umut olur, sevinç olur. Tıpkı onun yaşadığı döneme ve geleceğe damgasını vurması gibi…
İnsan, zaafları olan bir varlıktır. Ve de zaaflarına çok çabuk yenilendir. Zaaflar insanı insanlıktan çıkaran işleri insana bir anda gördürendir. Bazen bu zaaflar, kişisel bazen de toplumsal yıkımlara yol açar.
İnsanların kişilikleri kimlikleriyle sınandığı buhranlı dönemlere denk gelmesi her zaman muhtemeldir… Mehmet Akif böylesi buhranlı bir dönemde yaşamış olmanın hassasiyetiyle hiçbir karşılık beklemeden, topluma zarar veren cehaletle, tembellikle mücadele etmeyi bu vatana borç bilmiştir.
Akif gibi sağlam kişiliğe sahip olmak şimdilerde saflıkla eşdeğer de görülebilir, onu anlamakta zorlanabiliriz. Hiç kimse saf olmayı istemez elbette… Saf kelimesini gerçek anlamıyla kimse de kullanmaz ayrıca.
Kalbi, zihni ve bedeni Allah’tan geldiği gibi uyum içinde demektir saf olmak. Bu çok iyidir… İnsan ise her işini yokuşa sürmeyi sevendir…
Bütün kötülüklerin altında, “ben saf yerine konuluyorum” cümlesi vardır… Oysa, Allah’tan geldiğin gibi olmak için değil midir bütün ibadetler, güzel davranışlar?
Saf insan, her şeyi gören, bilen, duyan, fakat sabırla müsaade eden, sabırla bekleyen, olaylara hemen müdahale etmeyen, sahip olmaktan çok hayatındaki her şeye teşekkür eden, hürmetle tazim edendir…
Mehmet Akif, doğruları yalnız kalmayı göze alarak sabırla savunmuştur.
Bir toplumda yalnız kalmak korkunçtur, yetenekliysen hiç sorun değildir.
Akif hem yalnız, hem de dik durmayı başaran ender insanlardandır. Çünkü fikir sahibi şahsına münhasır bir insandır.
Mehmet Akif’in maddi şeylerle işi yoktu. Dünyada geçerli akçe ona göre doğru insan olmaktı. O, Kabil’in zihniyeti olan tamahkarlığa, saldırganlığa, doymamaya karşıydı.
Baskı, kabalık, nefsaniyet, saldırganlık, mülkiyet için ayağını kaydırma, kardeşini öldürme, Allah’ı aldatmakla övünme… Kabil’in temsil ettiği kötü insan tipinin, adeta çok sevilmesine, benimsenmesine karşıydı.
“Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir.” (Müslim, “İlim”, 15, “Zekât”, 69; Nesâî, “Zekât”, 64; Tirmizî, “ İlim”,15) Hadis-i Şerif’ine bağlı yaşadı ve hiçbir zaman kendinden taviz vermedi.
Dünya, inanç, barış ve fedakarlık adamı Habil’le, arzularına tapan, saldırgan Kabil’in oluşturduğu sınıflı toplumun kıyasıya mücadelesine sahne oluyordu…
Her asırda, dini, ahlaki, toplum düzeni ve intizamı üzerine kuvvetli yıkımlar yapan Kabil zihniyeti, insanları manevi bunalımlara, travmalara sürüklemeye devam eden kalıtsal bir soruna çoktan dönüşmüştü.
Mehmet Akif, bu kalıtsal soruna eğitimle çözüm bulmak için çok çalıştı. Gördü ki, Kabil zihniyeti doğruluğunu değil de, geçerliliğini insana kabul ettirmişti bir kere. Çünkü dünya değirmeni hep ona doğru dönüyordu.
Avcı toplayıcı bir düzenden, tarım toplumuna geçiş ve mülkiyet sahibi olma fikri insanlık alemini ikiye böldü.
Hiçbir şeye sahip değilken insan: her şeye hakkı olduğunu düşünmeye başladı. Ve bunun için de kafa yordu. İnsana ait sevme, sevilme ihtiyacını göz ardı ederek kendine maddesel bir dünya kurdu. Derin duygularını maddeye verdi.
Mehmet Akif, doğruluğun, dürüstlüğün temsilcisi idi. Kendi tabiri ile, “sessiz yaşayan” bir insandı. Bu sessizlik kendi duygu ve düşüncelerinin, sevdiklerinin ve sevmediklerinin efendisi olma özgürlüğünden kaynaklanıyordu…
Sabır sebat ve davranışlarda istikrar, çalışma, üretme, hayattan yılmamak, ahlaki özgürlük, güçlü, yetenekli, azimli olma üzerine bir ömür…
Mehmet Akif, özgür düşünceye ulaşabilen nadir insanlardandı.
Bu hayattaki en büyük ödülün özgür bir zihin olduğunu kavramış ve bu dünyada mutluluğa ermiş bir bilge idi o.
Mehmet Akif, yaşadığı dönemin toplumsal, psikolojik, sosyolojik, maddi-manevi buhranlarına şahit olmuş ve her zaman farklı bir gözle olayları incelemiştir.
Dünya insanının tembellik, asabiyet, kardeş kıskançlığı, şehvet gibi kalıtsal özelliklerine sıkı sıkı sarıldıklarını gördü. Bunlardan tamamen kurtulmanın imkansız olduğunu, iyiye ulaşma arzusu insanın içinde zayıf da olsa onu kuvvetli hale getirmeyi yazılarıyla hedefledi. İnsanların kendilerine özgü ruhsal hareketlilikleri olduğunu gördü ve insanı harekete geçiren duygunun ne olduğu tespitini çok iyi yaparak o yönde umut oldu…
Mehmet Akif’i harekete geçiren duygu, alçak gönüllülük, dinine bağlılık, dürüstlük, vatan ve milletin bekasıydı. Hiç kimseye boyun eğmeyen, dalkavukluk yapmayan, Yaradana bağlı, saf bir kalp taşıyan “dosdoğru bir insan” olmayı başarmış, nadir bulunan bahtiyar insandı Akif…
Hiç yalan söylemediği, dostu ve düşmanı tarafından bilinen ve takdir edilen şairimiz, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır ” ilkesiyle yaşamıştır.
“Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!”
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.”
Bu dizeleriyle hayatının ana kaynağını, uyduğu ve uyguladığı her şeyi gelecek nesillere öğütler…
Dünyadaki bunalımların en önemli sebebinin, duyguların davranışlar üzerindeki gücü karşısında fikirlerin zayıfladığıdır.
Maddesel bakış açısı ve her şeyin daha fazlasına sahip olma isteği maddi şeyleri, akrabalık, komşuluk, kardeşlik, din, vatan, millet gibi derin duyguların önüne geçirmiş, doğal topluluk aileyi, sevme ve sevilme ihtiyacınının karşılandığı aile ortamlarını yok etmiştir.
Derin duyguları ile ilgili fikir sahibi olmayan ham insanların, değersizlik, aşağılanmış hissetme gibi sufli duygulara daha yoğun kapıldıkları, kendi değerlerini elde edecekleri maddi şeylerle orantılı görme ve elde ettikleri maddi şeylerle, anlamlı ilişkilerden uzak boş bir hayata adım atmaları kaçınılmazdı…
Hak kavramını büyüklerin birikimleri üzerinden görmeye çalışan, tembellik, asabi olma, çalışmadan kazanma isteği, kendi potansiyel yeteneklerini köreltme, tüketime yönelme, üretmeyi sevmeme, hem ailede, hem de kamusal alanda, ani patlamalara, kırgınlıklara kızgınlıklara sebep olmakta…
Mehmet Akif, her seferinde bilimin ve kendini bilmenin önemine vurgu yaparak gençleri eğitiyor, bir yandan da toplumun her kesimine çalışmanın, üretmenin insan yaşamına faydasını anlatmayı kendine vazife ediniyordu… Onun amacı vatanına milletine aşık, hürriyet ve bağımsızlığa önem veren ahlaki özgürlüklere sahip bireyler…
Dürüstlük ve inançlı olma onun şiarıydı, bir o kadar da sahte ve cahil din adamlarına düşmandı…
Gerçek bir aydın ve derin bir kavrayış sahibi uygar insan olması, ister istemez toplumdaki aksaklıkları görmesine ve dile getirmesine sebep oluyordu. Bütün bunlar vatan, millet, din gibi, derin duygularına karşı beslediği, hassasiyetinden kaynaklanıyordu. Bir bayrağa, bir vatana, bir dine, bir aileye, ait olma hissi insanı insan yapan en önemli ülküydü onun için.
Para onun için puldan farksızdı. Bize ait olmayan şeklii taklidii özenti şeylerde medeniyet arayanlara karşıydı…
Mülkiyet sorunu baş gösterdiğinden beri, güç sahibi olmayı her şeyin üzerinde tutan, saldırgan ve tamahkar insanlar her asırda vardı ve olmaya da devam edecekti.
Mehmet Akif, toplumsal haysiyete sahip olabilmek için öncelikle bireysel şahsiyetimizin olmasından söz eder. Onun sağlam kişiliği karşısında şapka çıkartan birçok aydın, onun sağlam duruşu karşısında hayranlıklarını gizleyememişlerdir.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın şu sözleri bu duruma en iyi örnekti;
“Fikir ve kanaatleri bizimkilere uymadığı halde saygı duyarım. Çünkü yalan söylemedi. Gösteriş yapmadı. Fenalık yapmadı.”
Mehmet Akif ‘in hayatında düşünce ve davranışları arasında tam bir ahenk vardı. Konuştuğu gibi yaşayan, yaşadığı gibi konuşan bir insandı. Tam bir dava ve ülkü adamıydı.
Nurettin Topçu’nun ifadesi ile o, “bütün bir ömründe aynı kanaatin, aynı imanın adamıdır.”
Devirlere, zaruriyetlere ve cemiyetlere göre değişmez. Muhitine uymaz, muhitini kendine uydurur… Cemiyeti sürükleyicidir. Akif bundan dolayı büyüktür.
Görüldüğü gibi insanoğlunun yaşadığı sorunlar aynı, dertler aynı, sadece mekanlar, kostümler, sahneler farklı…
İnsan, bu dünyada sevdiği, sevildiği, arandığı, paylaştığı, bölüştüğü ölçüde bu yaşama anlam katabiliyor
Tolstoy çağımızı ne güzel özetlemiş;
“Yiyordu, içiyordu, uyuyordu, uyanıyordu; ama yaşamıyordu…”
Çünkü düşünmüyor, fikir sahibi olmak için çalışmıyorlardı…