Melankoli Bir Hastalık mıdır

Nuran Erez Turan 478 Görüntüleme Yorum ekle
11 Dak. Okuma

Melankoli Nedir?

“Yas tutmada dünya yoksullaşır ve boşalır; melankolide ise yoksullaşan ve boşalan egodur.” (Freud, 1917)

Melankoli, psikoz türü olarak tabir edilen bir rahatsızlık. Hayali veya gerçekte olma ile gerçekte var olanın insan zihninde yer değiştirmesi… Anda değil gibi, geçmişi anımsayan bir şeylerin değişimini isteyen, değişime özlem duyan, toplumsal hayatta derin üzüntüyle kendini gösteren, kararsız, bir ruh hali…

Freud’un çalışmalarında, melankolinin bazı durumlarda maniye dönüşme eğilimi, bazen de bireyi intihara sürükleyebileceği noktası ilginçtir..

Klasik İslam tıbbı melankoliyi; “Menşei beden olan, ruhi bir hastalıktır” diye tarif eder.

İbn-i Sina, kişinin tüm odak noktasını, zihninde asılı duran belli görüntü ve yüzlere musallat derecesinde, yoğunlaştırmasına, “kedere bulanmış” tabirini kullanır. Ve evrende dört element olduğunu… Bunlar, hava, su, toprak, ateş… İnsanda, kan, balgam, safra ve sevda (kara safra)…

Bu elementler, duyguların olumsuzluğu durumunda, iç organları, karmaşaya, dengesizliğe, “sevda”yı, ‘beden tutuşturucuya, yani organlar için gerekli olanı (safra) tüketen bir küle dönüştürmekle,’ itham eder… Kişi melankoliye yakalanmış olur. (İbn-i Sina)

2. Dünya Savaşında, milyonlarca insanın ölümü… Bu ölümlerin ardından, karar alıcıların verdikleri kararların isabetsizliği insanlar da, melankolik ruh halinde artışa, (öfke nedeniyle ortaya çıkan, ruh ve beden kararması) şizofrenik eğilimlerde patlama yaşanmasına sebep olmuştu.

Dünya yaşanılacak bir yer değildi… İnsanlar birbirine karşı şüpheli, geleceklerine dair umutsuz, psikolojileri ileri derecede bozuktu. İnsan yaşama sevincinden yoksun bırakılmıştı. İnsanın psikolojik yönelimine yönelik yapılan araştırmalar hız kazanmış, bu sonuçlara göre, İslam tıbbını onaylayan, psiko-somatik yaklaşıma benzer sonuçlar ağırlık kazanmıştı

Psikolojiye dair, eski ve yeni bir çok yöntem araştırma konusu olmuştu… Arşivler tarih kitapları psikolojik bulgular açısından yeniden işin uzmanları tarafından taranmaya başlandı.

Birçok kaynak, Mısır Sultanı, Kalavun Bimarastani’nin, melankoliye yakalandığını, tedavisin de, “kendini ifade ediş oyunundan” bahsedilmekte, günümüzde de, Psiko-Drama adıyla güncelliğini koruduğu bilinmektedir.

Melankoli/kara safranın, Hipokrat’a göre tanımı “içeride’, ‘gögüs içine gömülü’, İçkin ‘bedensel bir sağlık bozukluğu (hastalık).

Kara safranın, insanın kimliğini oluşturan unsur olduğunu düşünen, Aristoles insan da bolca bulunursa sersemlik, iç daralmaları, korkulara sebep olur… Sıradan insan melankoliye yakalanırsa, patolojik bir hasta olarak niteler ve doğası gereği melankolik olanları sıra dışı olağanüstü insanlar olarak tanımlar…

İnsanın, kendinde ve çevresinde bulunan, kayıplar, eksiklikler, üzerine aşırı kafa yormasını sakıncalı bulur.

Orta Çağ’da melankoliye yakalanan insanlara, iyi bir gözle bakılmamış… Tanrı’nın gazabına uğramış kişiler olarak toplumdan dışlanmış, zaman zaman öldürülmüş, tehdit edilmiş, korkutulmuş, normal hayattan tecrit edilmişlerdi… O asırda melankoli vebadan daha tehlikeli bir hastalıktı…

Melankoli, Orta Çağ’ da, dindar insanlara, musallat olduğu düşünülen “öğlen cinleri” ile ilişkilendirilmiş.

Öğlen cinleri, dindar insanları ele geçirip, onlara günah işletiyor, bu günahın özünü, tembellik, umutsuzluk, hüzün ve miskinlik oluşturuyordu. O devirde, melankoli kötü niyetli bir hüzündü.

II. Beyazıt döneminde, melankolik kişilerin tedavisinde; banyo terapileri, masaj, seyahat, müzik, şiir, bahçe işleri v.b. kullanılan tedavi yöntemleriydi.

II. Beyazıt’ın oğlu Şehzade Korkut, melankoliden muzdaripti, o dönem bu hastalıktan dolayı tedavi gören kişilere, deli biraderler, denirdi. Deli biraderlerin, ruhlarının sükun bulması için müzik terapi yöntemleri aktif bir şekilde kullanılırdı…

Mizaç ve melankoli arasında bir çok fark olduğunu ‘mizacın karışım’ terkip olduğu üzerine bir çok çalışma geçmişten günümüze ulaşmıştır…

Son yıllarda mizaçla insan bedenine hakim olan terkiplerin, insanın, hastalıklarla, mücadelesini sağlayan bir yapıda olduğu yeniden önem kazanmıştır. İnsanın kendinde var olan kabiliyetleri, kendi yararına işleten bir yapıya dönüştürebileceği insanın kendi terkibini bilmesinin sağlığı açısından önemli olduğu vurgulanmaktadır…

Mizacı hararet ve nemden (balgam) uzaklaşan kişinin, karın bölgesinde aşırı salgılanan kara balgamın etkisiyle mide, karaciğer girişinde ve bağırsağında, yuvalandığından da bahsedilmektedir..

İnsanın bazı sevdaları vardır. Kalplerinde bulunur. Bu dünyada kazanmakta zorlandıkları, arzuları, aşkları, özlemleri evlatlarının mürüvveti mizacının rehavetiyle duyguların tutulumu baş gösterir.

Duygu ve düşüncelerin, yeterince eski tabirle buharlaştırılmaması, damarlarda tıkanıklara sebep olur. Salgı bezlerine olumsuz sinyaller gönderen, beynin dili zihin, sürekli vesvese ve zanla konuşur. Karaciğere aşırı hararet, yumuşak karında kanın tamamen tüketilip harcanması sonucu vücudunda sürekli iltihap ürettiği… Bu durumu yaşayan kişilerin verem mikrobu taşıyıcısı olabileceği bilimsel açıdan da, birçok uzman tarafından kabul gören bir görüştür…

Kadim bilgilerde de, beden, zihin ve kalp tedavisi eş zamanlı yürütülmelidir. Aksi takdirde, kişilerde yalnızlık, yabancılaşma hissizlik, meydana gelir. Bu duygular bir virüs gibi hızla yayılan, insanı kendine yabancı, kendini sevmeyen, bezgin, hüzünlü, bozuk sinyallerle yayın yapan bir tabiata dönüştürür…

İnsanlar her dönem hayal güçlerini, kendi iç dünyalarının sınırlarını alabildiğince genişletmişlerdi.

Ortaçağ’da, Galenos insan psikolojisini kozmosa bağlıyordu…

  1. Kanlı canlı olmak, mizacı aktif iyimserlik, başarı, dışa dönüklük Öğesi: Hava Gezegeni Jüpiter,
  2. Kolerik mizaç, çabuk öfkelenen, kavgacı. Öğesi: Ateş Gezegeni Mars,
  3. Flegmatik kişiler, mizacı sakin ve uyuşuk, Öğesi: Su Gezegeni Ay,
  4. Melankolik mizaçlar, üzgün, yoksul, başarısız. Öğesi: Toprak Gezegeni Satürn

Platon’a göre (kara safra) melankolik mizaçla birleşirse, büyük insanlar, dehalar, sanatkarlar ortaya çıkartacak güce sahipti. Ayrıca insanların tedavisinde Aristoteles’in isminin kullanıldığı sahte evrakların varlığı, yıldız büyüsünün nasıl yapılacağı geçmişten günümüze devam eden yönteme göre, ruhun üç farklı yetisinden bahsedilmekteydi…

Bunlar; imgeleme, akıl ve zihin… Bu üç yetiden kaynaklı insanın başka varlıklarla irtibatı söz konusudur. (cinlerin varlığı) ile kendilerinden geçmeleri, olağanüstü güçleri olduklarına inandırıldıkları gibi… Bu durumu inançları ile pekiştirmeye de, yönelirler. (ledün ilmi, şifacılık, geleceği okuma v.b.)

(Burada insanın hiç vazifesi değilken, daha kendini çözememişken, görünmeyen varlıkları (tedaviye yönelik) kullanmak istemesi ayrı bir konudur…) “Ruh imgelemenin çok aktif olduğu zamanlarda (aşağı cinler) karın bölgesinde yuvalanır yani (melankoli), eğer ruh akılda yoğunlaşırsa (orta cinler) hakim olur, (insan, doğa ve insana ilişkin şeylerin bilgisini edinir), ruh zihine yükselirse tanrısal konuları, gizleri öğrenir, (yüksek cinlerin) yuvası haline gelir…” denilmektedir… (Ruhsal tedaviler mutlaka doktor kontrolünde olmalıdır.)

(Din ve psikoloji insana bu bedenin şoförü sensin, senin şoför koltuğunda kim oturuyor sorusunu sormaktadır.)

Dünyada, Orta Çağ’dan beri süregelen bilgilerin, (totem, yıldız , doğa, cin,yıldız, melek) gibi varlıkların çokça kullanılması onlardan medet umulması da ayrıca ilginçtir. (Her zaman bilimsel bilgi temel alınmalıdır.)

Kabala büyüsü tanımı günümüzde sıkça kullanılır ve tedavi şekli olarak lanse edilir. Melekler düzenini, (iyiliği) kötü düzene, kötü güçlere karşı koruyan, meleklere özgü, iyi güçlerin yönünde hareket ettiren, ak büyü olarak tarif edilir ve (insanın yararına) yaptıklarına insanları inandırarak birçok uygulayıcı yetiştirirler… (insanın hayatında bu büyülerin yan etkisinin ilerleyen dönemlerde çok fazla olduğu söylenmekte.)

Dini yorumlarda kayıp nesne yitimi, cansız olana geri dönme dürtüsünün bastırılması… “kalü belada” verdiği sözünü unutan insandan bahsedilir…

Hz İbrahim, güneşe doğaya yıldıza aya bakar ve bunlardan kendine göre anlamlar çıkarır. (Aradığı Tanrı’dır) Kim ne arıyorsa bulmak istediği şeye, ruhunu dizginleyene ulaşacağı muhakkaktır.. İçinde gerçekleşmemiş bir duygusu, isteği, söz, talep yani bir nesnenin yaşamında varken yok olması gibi de düşünebiliriz.. Bulmaya çalıştığı şeyi ararken o kadar çok şey üretir ki insan…

Bir şey vardır ama, o şey nedir bilemez. Kayıp vardır kısaca ama, neyi kaybettiğini anlayamaz. Kimine göre Tanrı’yı aramakta, kimine göre Satürn’deki akrabalarını. Psikolojiye göre bilinçaltını dönüştürmeye, sosyolojiye göre sağlıklı bir topluma…

İslâm dünyasında, fizyoloji ve biyokimya gibi ilimlerin gelişmesi, dünyada hormonların keşfi, bağışıklık fikrinin gelişmesi ile yukarıda anlatılan bilgiler, mizacın, (mizaç değişmez) duyguların oluşturduğu kişiliğin, (kişilik değişir) bedene etkisi, daha da önem kazandı.

Salgı bezlerinin ürettiği balgamın yararlı olduğu, ancak olumsuz düşünce yoluyla kanın kalitesine etki ettiğini, vücudun belli bir yerine yuva ile kara safraya dönüştüğü deney yoluyla da literatüre geçmiştir…

Bir insanın mizacı değişir mi?

Karakter, doğumdan itibaren mizaca eşlik ederek gelişen bir unsur, kişilikse bunların üzerine gelişen, yaşam boyu devam eden ve sürekli değişen, dönüşen bir şey. Mizaç hiç değişmez, karakter dirençli, kişilikse tamamen değişken bir yapıya sahip.

İlkbahar kanı, yaz safrayı, sonbahar sevdayı, kış da balgamı harekete geçirir…

Hastalık ve sağlık bunlar arasındaki denge veya dengesizliğe bağlı olduğu gibi mizaçlar da bunların nisbetine bağlıdır…

Mevsimlere göre beden sıvılarının terkiplerinin değişmesi dolayısıyla eskiler zaman zaman kan aldırma gereği duyarlardı… (Günümüzde de hacamat yaygın kullanılan bir yöntem)

Eskilerin inancına göre, her ayın başından on beşine kadar kan aldırmak, ihtiyaç değilse yanlıştı. Ancak on beşinden sonra alınan kan vücudun temizlenmesini sağladığı hastalıklara iyi geldiği düşünülmekteydi.

En son aşaması melankolinin maddi manevi hastalıklardan muzdarip bireyler… Sürekli ölümden, ölmekten bahseden bir ruh hali içerisinde devam eden bireyi intiharın eşiğine sürükleyen bir süreçtir.

Günümüzde çok revaçta olan duygular, düşüncelerin bedene etkisi üzerine kuantum çakralar enerji blokajlarının kaldırılması, huy, inanç ve alışkanlıklar üzerine çalışmalar her türlü ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde başvurulan alternatif yöntemlerdir.

İnsanın acı dolu hikayeler yaşamış olmasından çok, yaşanmışlıklarıyla kavga etmeye devam etmesi nedeniyle travmalarından kurtulamadığı bir gerçektir.

Acıya tutunarak bütün bir ömrünü heba etmiş insan sayısı dünyada azımsanmayacak kadar çoktur.

Huy, inanç ve alışkanlıklardan kaynaklanan duygu düşünce sapmaları mutlaka geç kalınmadan tedavi edilmelidir.

Aile içinde, toplumda duyguların ifadesine izin verilmediği, birey olma noktasında boşluklar ve yetersizlikten dolayı yanlış eylemler içerisinde hayatlarını devam ettiren mutsuz insanların varlığı gün geçtikçe artıyor… Bu duruma paralel olarak ilaca sarılma oranları, antideprasyon kullanımı ülkemizde %90’ın üstünde dünya şampiyonudur…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Danışman
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version