Mevsimsiz Sevmek

58 Görüntüleme
16 Dak. Okuma

“İki kalp birbirini severken nazikçe yaşlanmışsa,
Ah! ne derin, samimi, huzurlu bir mutluluktur bu!
Aşk! Yukarılardan gelen evlilik! O saf ruhların bağı!”
(Victor Hugo)

Paris gezimizin ikinci gününde Sefiller’in babası Victor Hugo’nun Vosges Meydanı’ndaki evini ziyaret ediyoruz. 1832-1848 yılları arasında, sürgün dönemine kadar eşi Adèle ve dört çocuğuyla birlikte yaşadığı 6 nolu apartmanın ikinci katına çıkıyoruz. Yazarın favorisi olan taş döşemeli sofanın ardından kırmızı odaya geçiyoruz. Birbirine açılan odalar yazarın hayatının kronolojik bölümlerine işaret ediyor. Piyano müziği ile karşılandığımız, aile üyelerinin her birinin portrelerinin ve Hugo’nun mermer büstünün bulunduğu bu yemek odasında ağır perdeler ve kasvetli duvarlar kıpkırmızı. Victor Hugo’nun yarım yüzyıllık aşkı, yoldaşı, sırdaşı, eserlerinin ilk okuru tiyatro oyuncusu Juliette Drouet’nin çeşitli mobilyalarının yer aldığı Çin odası, sürgün yıllarının izlerini taşıyor. Çin tarzı mobilyalar; boyanmış oyma ahşap paneller (akrobat paneli, çerçevesi ahşap, boyalı ayna), Juliette Drouet’nin sürgün yeri Hauteville’den getirilen 13. Louis tarzı yemek odası masası, Victor Hugo tarafından bizzat yapılan çiçek desenli büfe, aynalı büfe, raflarda renk renk seramik tabaklar, sandalyeler, vazolar ve tablolar, Guernsey sürgünündeyken kullanılan çiçekli halı göze çarpıyor. Sürgün fotoğraflarını da burada görebiliyoruz. Ejderhalı şöminenin yan boşluklarında Hugo’nun ad ve soyadının baş harfleri yer alıyor. Sonra yine yemek odası ve Hugo’nun ayakta yazı yazdığı uzun ayaklı çalışma masasının bulunduğu odaya giriyoruz. Çizimleri, oymalı mürekkep hokkası masası da burada mevcut. Vefat ettiği kasvetli ve kırmızıya-bordoya boğulmuş yatak odasında meşeden taht yatağının sol yanında Victor Hugo’nun Leon Bombay tarafından yapılan etkileyici portresi yer alıyor.

Şair, oyun yazarı, romancı, politikacı, gazeteci ve tasarımcı olan Victor Hugo müze hâline getirilen bu evde dönemin Balzac, Alexandre Dumas, Prosper Merimee gibi tanınmış yazarlarını, sanatçılarını ağırlamıştı. On dokuz yaşındayken Seine Nehri’nde boğulan çok sevdiği kızı Leopoldine’i bu evde evlendirmişti. Lucrèce Borgia, Ruy Blas, Marie Tudors, Alacakaranlığın Şarkıları, İç Sesler, Işınlar ve Gölgeler gibi eserlerini, Sefiller’in büyük bir kısmını, Yüzyılların Efsanesi ve Düşünceler’in bazı bölümlerini bu evde yazmış.

Kırmızı odadan Çin odasına geçerken duvarın hemen sağ yanında Juliette Drouet’nin 1827’de Champmartin tarafından yapılan yağlıboya tablosu bizi elli yıl sürecek bir aşkın pırıltısıyla gözlerimizden kavrayıp on dokuzuncu yüzyıl romantizmine doğru yolculuğa çıkarırken “İzmirli bir kadın” olarak sunulan Juliette’in yanaklarındaki canlı genç kız pembeliğine atıfta bulunur gibidir Victor Hugo’nun Çiçekli Ruh şiiri:

“Aşk! Aşk!
Kendini ifşa eden bir melek gibi
Bana bakıyordun gecemde
Gözlerimi kamaştıran
Güzel yıldız bakışınla.”

Hukuk öğrenimi gören Hugo, edebiyata şiirle başlayıp tiyatro oyunlarıyla devam etmiş, 1831’de yazdığı Notre Dame’ın Kamburu romanı ile büyük başarı elde etmişti. Gençlik döneminde annesi gibi kralcı ve aşırı muhafazakar, sonraki dönemde ise sıkı bir cumhuriyetçi olacak, monarşiyi eleştiren “Le Roi S’amuse” (Kral Eğleniyor) gibi oyunları sansüre uğrayacaktır. Fransız Akademisi üyesi Hugo, Lucrèce Borgia adlı oyununda Prenses Negroni rolünde oynadığı sırada tanışır Juliette Drouet ile. 17 Şubat 1833 tarihi her ikisi için, özellikle tiyatro oyuncusu Juliette Drouet için değişen yaşam standardı ve yeni bir toplumsal statü, yüzyılın yazarının itibarının gölgesinde varlık gösterme güdüsü, kadınsal aşkı ve sevdiği adamı tanrısal yüceliğe yerleştirmesi, eski zorunlu ahlâk dışı yaşamını sonlandırmanın huzuruyla yeni yaşamındaki gönüllü köleliğini dengeye oturtma çabası bakımından bir milat olacaktır. Birbirlerini görür görmez tutkulu bir aşka kapılıyorlar. Hugo o dönem rüştünü ispat etmiş, savaşı kışkırtan dramatik oyunlar yazarak (Hernani) klâsik tiyatronun kurallarını değiştirmiş, çok sayıda şiiri yayımlanmış, dergi çıkarmış bir şair: evli ve dört çocuğu var. Juliette ise annesi ve babası o  küçük yaştayken ölmüş, yetim ve öksüz, toplumun ayaktakımı denilen kesiminden gelen biri. Amcası ve halası tarafından bakılıyor bir süre. Manastırda geçen beş yıldan sonra sokağa düşüyor, fahişelik yapmak zorunda kalır. Güzelliğini geçim kaynağı olarak kullanıyor, zengin, eğlenceye düşkün, ona finans sağlayacak adamlarla birlikte oluyor. Daha sonra tanınmış heykeltraş James Pradier’nin metresi olup ondan bir kız çocuğu doğuruyor. Sefaletle yoklukla acılarla geçen yıllardan sonra, fiziksel çekiciliğinin sayesinde ve biraz da Pradier’nin kollamasıyla nispeten daha iyi bir pozisyona yükseliyor; Brüksel’de, Paris’te büyük tiyatro sahnelerinde büyük başarılar elde ediyor.

“Gökyüzünün eteğinin bir kıvrımında fark edilmeyen mikroskobik böcek”, yani Juliette, Hugo ile tanıştığı andan itibaren onun kurallarına ve zaman çizelgesine saati saatine uymak zorunda kalır. Ondan izinsiz dışarı çıkamaz; zamanını ev işleri yaparak ve günlük rapor verdiği mektupları yazarak geçirir. Zaman zaman birlikte seyahatlere çıkarlar; Juliette’in koskoca elli yılı Hugo’ya mektup yazmakla, cevap beklemekle, kitap okumakla, Hugo’nun meşru ailesini kıskanmakla, sitem etmekle geçer fakat o bundan genellikle şikayetçi görünmemektedir.

Bir edebi tür olarak mektuplar ve özelde de aşk mektupları olaylara belli bir tarihsel ve toplumsal perspektifden bakma fırsatı verdiği için değerlidir. İlişkileri tutkulu olduğu kadar inişli çıkışlı olan Juliette-Hugo mektuplaşmaları da bize bu imkanı sunan anıtlardır. Aşkın kınandığı, ahlaksızlığın müsebbibi olarak yalnızca kadının suçlandığı bir dönemde aktris Juliette, kariyerinden gönüllüce vazgeçer, duygusal ve ekonomik bağ kurduğu Victor Hugo’ya adar hayatını, ölümüne dek onun sadık, toplumca kabul edilmeyen hatta aşağılanan hayat arkadaşı olur. “Toto’m” diye sever Hugo’yu. Bağlılıkları, sevgileri hiçbir şahide gerek duymaz, sevdiği kadının kızının bakımını da üstlenir Hugo.  Üç yıl arayla her ikisinde kızlarını aynı yaşlarda kaybettiklerinde ortak acıları birbirlerine bağlılıklarını perçinler.

Victor Hugo’nun Place des Vosges’daki müze evinde Juliette’in yazdığı 1032 mektup korunuyor. Juliette’in Hugo’ya yazdığı mektup sayısı yirmi iki bin adet. Çaresizce bekliyor sevdiği adamı mektuplarında.

“Seni bekliyorum Toto, senin için fark etmiyorsa, daha fazla seni beklemek istemiyorum. Mme Guerard az önce çıktı, o da seni iki saat bekledi. Ama benim kadar sabırlı olmadığı için öfkelenerek gitti. Ben de aynısını yapmak istiyorum ama bunun yalnızca bana zararı dokunacağı için fikrimi değiştiriyorum ve görevimin başında kalıyorum. Tıpkı atına sırtını dönmüş bir süvari gibi. Taptığım, çok sevdiğim küçük Toto’m, kalbim sevgiyle ve tatlı bir güvenle dolu. Bu gece bana söylediklerine sana duyduğum hayranlık kadar kesin inanıyorum. Bu yüzden senin yokluğuna rağmen mutluyum ve…” (2 Kasım 1846)

Burada Juliette, adanmışlığını görev olarak kabul ediyor ve yazardan duyduğu tek bir güzel söz bir süre onun tüm hayal kırıklığını silip süpürecek güce sahip oluyor.

Hugo’nun kullandığı bazı sözcükleri, anekdotları Juliette’e atfettiğini düşünme romantizmi kesinlik olmasa da bazı mektup araştırmacılarının hoşuna gidiyor.

Gölgedeki Sözcükler şiirinin Juliette’in bir mektubundan ilhamla yazıldığı söylenir:

“Düşün ki seni çok az gördüm çünkü bütün zamanını çalışarak geçirdin. Bana bir kez bile bakmadın veya tek kelime etmedin. Seni izleyebildiğimi biliyorum ve bu fırsatı da kaçırmadım. Ama sen bana arada bir bakmadıkça seni tam olarak göremiyorum.” (2 Kasım 1846)

Gölgedeki Sözcükler şiirinin son dizelerindeki ifadelerle mektuptaki benzerlik belirgindir:

“Şüphesiz sana sahibim; şüphesiz seni görüyorum.
Düşünce, hayalperestlerin sarhoş olduğu bir şaraptır,
bunu biliyorum; ama yine de insanların beni düşünmesini istiyorum.
Bütün akşam böyle kitapların arasındayken,

Başını kaldırmadan, bana tek kelime etmeden,
Seni seven kalbimin dibinde bir gölge kalır;
Ve seni tam olarak görebilmem için,
ara sıra bana, kendine biraz bakmalısın.”

Sefiller romanında Cosette ve Fantin karakterlerinin ilham kaynağı olarak görülen Juliette, Hugo’nun eserlerinin ilk okuyucusu, eleştirmeni, eserlerin kopyalayıcısı ve koruyucusu sıfatıyla varlık göstermektedir, yüzyılın dehasının en yakın edebi tanığıdır. “Juliette Drouet, Yüzyılın Yoldaşı” kitabıyla 2023 Chateaubriand Ödülü’nü alan Florence Naugrette, Juliette’i Sefiller romanında Cosette ve Fantin karakterlerinin ilham kaynağı olarak görüyor.

Juliette, belirli bir siyasi tutum sergilemese de 2 Aralık 1851 darbesinde Hugo’yu saklayıp hayatını kurtarır, 1848 Devrimini gün be gün takip etmemize imkan veren mektuplar yazar. Çocuk işçiliği, fuhuş ve yoksulluk konularıyla ilgili toplumsal duyarlılık geliştirir.

Juliette, Hugo’nun yazacağı eserleri için gerekli bilgiler de toplar. Mesela Breton dilinde at kelimesinin nasıl telaffuz edildiğini araştırır. Sefiller’de kullanılacak Kandil Yortusu hakkındaki bilgileri öğrenir. Yine Sefiller’de Jean Valjean ve Cosette’in sığındığı Petit Picpus Manastırı’nda geçen sahnelerde Juliette’in anılarından yararlanılmıştır. Karton kutu yapımına dair bilgileri öğrenir ve bu tekniği Thenardier’nin el sanatlarıyla uğraştığı sahnelerde kullanır Hugo.

Yine Hugo’nun isteği üzerine 7-9 Eylül 1847 tarihli mektuplarında manastır anılarını – bunun için Hugo’nun başka bir metresi Leonie’ye başvurduğunu bilmeden, büyük bir coşkuyla yazar ve gurur duyar:

“Evet beyefendi, evet el yazmamı bitirdim, emeğimin meyvesini size tereddüt etmede, pazarlık etmeden verme cömertliğini gösteriyorum. Bununla şöhret kazanın, bununla zafer ve servet elde edin, buna karşı çıkmıyorum. Size onu veriyorum. Karşılığında ipinizden bir parça bile istemiyorum, onu tamamen size bırakıyorum.”

Juliette’in 10 Ocak 1865 tarihli mektubunda,  Castle Cornet’ten (Guernsey’de büyük bir ada kalesi) her sabah gün doğumuyla birlikte atılan top atışı için yazdığı “Bum…gün, bu ülkenin güneşi böyle doğuyor. Ben de buna ‘Buyurunuz içeri, şu diğer güneşimle karalamayı bitiriyorum.’ diyerek cevap veriyorum.” ifadesini 30 Mart 1865’te Hugo Deniz İşçileri romanına alır. Romanın anlatıcısı, Deruchette hakkında şöyle der: “Artık onu kimse sabahları, top atışıyla gün ağarırken güneşe reverans yapıp ‘Bum!…gün. Buyurun içeri’ dediğini duymuyordu.”

Juliette ne yediğini içtiğini, nereye gittiğini, kimlerle görüştüğünü, sağlık durumunu, cinsel alışkanlıklarını, duygularını anlattığı mektupları sayesinde kendini yetkince ifade edebilme yeteneği kazanır. Eserlerini kopyalama vazifesini Hugo, 1834’ten itibaren Juliette’e verir. Ayrıca disiplinli bir belgeci olarak tüm kopyaları, elyazmalarını koruma, kilit altına alma işini de üstlenir. Bu bir işe yaradığı duygusunu verir ona.

Defalarca başka kadınlarla aldatılsa da bu görevlerinden vazgeçmez. Araştırmacılar onun Hugo’nun eserlerine fetişist bir sevgi beslediğini düşünüyorlar. Kopyalama görevini başka bir kadına veya kadınlara verdiğinde duyduğu kıskançlık tarif edilmez bir noktadadır. Bazen Hugo, eserlerini yüksek sesle okur Juliette’e. Sefiller’in yazılış sürecindeki okur olarak yorumunu 4 Ocak 1848 tarihli mektubunda,  “İşime devam etmek için çok istekliyim. Bu faaliyetin birden fazla nedeni var; bunlardan ilki, çok içten bir şekilde, hayal gücünüzdeki tüm bu zavallı kurbanlara ne olacağını öğrenmeye duyduğum içten merak. Onlara gerçek insanlar gibi ilgi duyuyorum ve sanki bana çok yakınlaşmış gibi hissediyorum. Onların talihsizlikleri beni çok mutsuz ediyor ve o canavar Javert‘i tırmalamak ve bu iğrenç Thénardier‘leri öldürmek istiyorum. […] Bütün bu yüce şeyler bende her şeyi hemen öğrenme isteği uyandırıyor ve sadece şu kelimeyle yetinmek istiyorum: Bütün bu zavallı insanlara ayırdığınız kaderi bilmeyi bırakın. Her şeyden önce, eğer Thénardier’leri en alçak ve en sefil yaratıklar hâline getirmezsen adil davranmış olmazsın. Kendi adıma, onlara mümkün olan her türlü zararı vermeni istiyorum, yoksa mutlu olmayacağım. Bildiğin gibi cömert değilim. Üstelik bu tür canavarlara karşı cömertliği haklı çıkaracak hiçbir şey yok.”

Melodram izleyicisi, seri roman okuyucusu Juliette, 1 Şubat 1848 tarihli mektubunda ise şöyle diyor:

Zavallı Jean Tréjean‘ımı ve zavallı küçük Cosette‘imi tekrar görmek için sabırsızlanıyorum. Kaderlerinin kalbime yakın olduğunu ve ne pahasına olursa olsun onları mutlu görmek istediğimi itiraf ediyorum. Bu size bağlı mı bilmiyorum ama her halükarda bu zavallı insanların talihsizliklerini benim kadar özdeşleştirmek imkansız.”

Yazarın kurgusuna bağlı kader anlayışının romanın gidişatını belirlediğinin farkındadır Juliette.
Hugo’nun eserlerinin gelişim sürecine de ışık tutan bu mektuplar bizi başka bir yere sürüklüyor şüphesiz.

Elli yıl süren bu aşkın özetini Victor Hugo mektubunda şöyle özetliyor:

“Hayat ilerliyor, aşk varlığını sürdürüyor. Arkamızda bir Aden, önümüzde bir Cennet var. Zira hayatta birbirini sevmiş ve ölüme birbirini severek gidenler için kabir yıldızlarla doludur; o, cennetin kapısıdır. Tanrıdan seninle birlikte bir hayat ve seninle birlikte bir ölüm vermesini diliyorum, her akşamki duamda bunu istiyorum Ondan. Yaşlanmış aşk, artık dini bir aşka dönüşür, onun öpücüğünde bir dua vardır. Sevgili tatlı meleğim, sevinçle yaşlanalım, çünkü büyük yenilenme yakındır. Buna sonsuzluk denir. Sonsuzlukta aşk, ne şafak! – Birbirimizi sevelim ve dua edelim.”

Hugo, “…benden bile daha bensin.” dediği sonsuz aşkını, Sefiller’de dile getirdiği en önemli toplumsal sorunları bizzat deneyimleyip- insanın parya olarak aşağılanması, açlık yüzünden kadının kötü yola düşmesi, çocukların yokluktan ve eğitimsizlikten körelmesi, bunları tanıklığıyla kendisine gösteren Juju’sunu 11 Mayıs 1883’te sonsuzluğa uğurladı. Kendisi de ondan iki yıl sonra vefat etti. Yirmi yedi metrekarelik kulübeye doğan öksüz ve yetim Juliette Drouet’nin yaşamı gölgede geçti fakat öldüğünde gölgeden çıktı, ışıldadı; kendisinin bile hayattayken hayal edemeyeceği, o günün ve geleceğin pek çok ünlü isminin katıldığı bir cenaze töreni ile onaylandı varlığı. Mezar taşına Victor Hugo’nun şiirinden şu dizeler kazındı:

“Ben sadece soğumuş bir kül olduğumda,
Yorgun gözlerim gün ışığında kapandığında,
Söyle kendine: Eğer hatıram yer etmişse kalbinde,
Dünyanın bir düşüncesi var,
Benimse onun aşkı.”

Müze turumuzu tamamlayıp merdivenlerin aşağısında bir kafeye varıyoruz. Camdan gördüğümüz pembe masa ve sandalyelerin yer aldığı küçük, sevimli bahçe mevsim kış olduğu için kapalı. Düşünmeden edemiyorum. Teophile Gautier’nin Paris’in Güzel Kadınları kitap serisinde Prenses Negroni’yi canlandıran “büyüleyici bir yüz, gerçek bir İtalyan prensesi, zarif ve ölümcül gülümseme, dalgalı, esnek ve yılanı andıran bir yürüyüş.” diye betimlediği Juliette, hayatının elli yılını gölgede kalarak ve sevdiği adamın, Toto’sunun sanatsal, toplumsal ve politik şöhretinin gizli takipçisi ve destekçisi olarak, gocunmadan ve ondan ayrı özgür bir varlık olma çabası gütmeden, kendinden üstün gördüğü daha önemli bir yaşamın şahidi olmayı seçerek eski yaşamının kötü izlerini silme isteğiyle günah mı çıkardı yoksa bu “yüce rastlantının” onu yaptığı kişi kalmak yani Hugo’nun Juliette’i olmak daha güvenlikli mi geldi? Bunu hiçbir zaman bilmeyeceğim ancak” göğsü yavru bir kuşun kanadı gibi çırpınan” bu kadın, Florence Naugrette’in kendisinden bahsettiği kitapta yer alan bölümün adı gibi, daha basit bir sebeple yani yalnızca yüzyılların bilindik, tekrar eden kadın içgüdüsüyle davrandı ve mevsimsiz sevmenin ta kendisi olmak istedi belki de.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
1 Yorum
  • Çok güzel bir yazı. O yılları yaşamış gibi hissettiren içten ve dolu dolu
    Kutluyorum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version