Zamanın birinde arkadaşını ziyarete giden adam, tam kalkacağı vakit sağanak yağmura yakalanır. Arkadaşı o halde ıslanacağını söyleyerek şemsiyesini emanet verir. Adam çaresiz kabul eder ve evine kadar emanet şemsiye ile gider. Bir zaman sonra kahvede bir konu üzerinde tartışılır ve iki arkadaş farklı taraftadır. Şemsiyeyi veren, “O gün şemsiyeyi vermeseydim perişan olurdun, hatırlıyor musun?” der. Adamcağız biraz kızsa da susar. Gel zaman git zaman ne olup da bir araya gelseler, şemsiyenin sahibi sürekli “O gün şemsiye olmasaydı bir düşün, halin nice olurdu?” der.
Yine bir gün köy meydanındaki havuzun yanında adam aynı cümleyi kurar: “O gün şemsiye olmasa, düşün ne olurdu?” Adam hiç tereddüt etmeden havuza atlar, sırılsıklam ıslanır ve öfkeyle adama dönüp “Böyle ıslanırdım, daha ne olacaktı?” der.
İyilik, ikramdır yapan tarafından; gören için ise ihsandır yaratan tarafından. Yüreği kerem sahibi olanlar etrafa iyilik nazarıyla bakarlar; gözleri ikram edecekleri nasipliyi ararken gönülleri de ihsan olunacağı nasiplerine yazması için niyazdadır.
Çok sevdiğim bir ablam sabah uyanınca, “Ya Rabbim, bugün bana yine sevdiğin bir kuluna hizmet etmeyi, ona pişirdiğim yemekten ikram etmeyi, sıkıntısını dinleyip rahatlatmayı nasip eyle.” diye dua ederim demişti. Kendisi için istenebilecek en güzel şeyi istiyordu.
İyilik, karşındakine fiil olarak sunulmadan önce niyet edenin gönlüne inşirah ve huzur olarak şifa verir. O nedenle iyiliğe niyet edene, yapamasa bile sevap verilir. Kötülüğe niyet edene ise sadece kötülüğü yaptığında günah yazılır; niyet edip yapmazsa, niyetinden vazgeçtiği için yine sevap yazılır.
İnsan tabiaten iyiliğe karşı minnet duyar, ezik ve ince bir kalp hali hisseder. Ta ki bunun Rabbinden olduğunu, onun ihsan ve ikramı olduğunu ruhunda hissederek rahatlar. Ne var ki iyilik, birinin eliyle ulaşır ona ve kalbinde o duygunun sıcak ve sarmalayan bir yönü sabit kalır.
Kulun iyiliği Rabbinden bilmesi rahatlık sebebi olsa da iyiliği yapan, kendinden bildiği sürece rahatlığı hissedemez. Sürekli hatırlatılan iyilikler, kalabalıklarda reklamları yapılan yardımlar bir zaman sonra yardım edileni yaralamaya başlar.
“İnsan ihsanın kölesidir.” atasözümüz bunun acı bir resmidir. “Ben onun için neler yaptım.” diyen biriyle aynı ortamı paylaşmak zorunda kalmak, insan ruhu için yaralayıcıdır.
Hepimizin sosyal hayat içinde konumlarımız, sorumluluklarımız ve vazifelerimiz var. Annenin çocuğuna “Saçımı süpürge ettim.” demesi, “Babanızı sırtınızda taşısanız hakkı ödenmez.” denmesi, “Ben o dükkanı açmanı sağladım.”, “Ben olmasam ne yapardın?”lar insan ruhuna vurulmuş minnet zincirleridir.
“Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’adır.” (Saffat: 182)
Şükür, nimetin devam sebebidir. Canı gönülden şükretmek, Rabbin varlığını kabul etmektir. Nimetin tadını, bereketini; kulluğun değer ve kıymetini anlama sebebidir. Her hamd Allah’adır. Onun izni olmadan kimse kimseden zerre fayda göremez. Ancak onun lütfu ve ihsanı ile yaratılır hayır ve iyilikler. Seni ister iyiliği alan, ister iyiliği veren olarak nasiplendirsin Rabbim, her ikisinde de durumun canı gönülden elhamdülillah demek olacaktır.
Minnet zinciri ile kendine yakın olanların ruhlarını kovalarsın. Kırılmış bir gönül kadar ayaz kesen başka iklim yoktur. Oysa hayır ve iyilikler, gönülleri ısıtmak, muhabbeti artırmak, sevgi ve sıcaklık oluşturmak içindir.
İnsan içindeki nefsin oyunundan kendini muhafaza edemez ve iyiliği kendinden görmeye başlarsa yaptığı her hayır hakkında zahmet ve günah olarak kaydedilir. Hele bir de “Fakirin, acizin gönlü incedir, çabuk incinir.” ölçüsü çiğnenirse, iyilik yapıyorum derken iki dünyasının da bereket ve lezzetini kaçırır.
Bir kişi başına gelen geçim sıkıntısına sabreder ve karşılığını Allah’tan beklerse, Rabbim hem bu dünyada hem ahirette karşılığını verir. Söylemez, gidip talep etmez ve beklerse hikmet ve bereketlerine kavuşur. Gidip istediğinde sabrının ecri azalır. Durumu iyi olan kişi de kimse istemeden bulup, görüp verirse sevabı çok olur. İstedikten sonra verdiğinden çok daha fazladır.
Rabbim bizden birbirimizi görmemizi, kıymet vermemizi, arayıp sormamızı, hakkımızı gözetmemizi bekliyor. Kul olarak kendisine karşı yapmamızı istediklerinden çok daha fazladır birbirimize karşı yapmamızı istedikleri. Kur’an-ı Kerim’in içinde hükümlerde kul hakkı ve hukuktur çoğunlukla.
Mahşerde işlerin o derece uzun sürmesi de yine bu hak meselelerindendir. Komşusu açken tok yatmak, kazancının içindeki fakirin hakkının hesabını bilip titizlenmek işleri kolaylaştıracaktır mizanda.
Minnet zinciri ile kendine hizmet edecek elemanlar bulmayı hedeflemek yerine, gönül almak ve muhabbet bağı kurmak işveren için de iş gören için de, ihtiyaç sahibi için de, yardım eden için de çok daha bereketli ve hayırlı olacaktır.
Yaşamak dikkat ve emek gerektiriyor, mutlu olmak ve saadet ise sadece hassasiyet ve özen istiyor. İnsan olmanın tadını çıkarmak, yüreğinin varlığını fark ederek başlar. Yüreğini fark edip gereğince hareket edenler gönül sahibidir ve gönül sahipleriyle yaşamak, hayatın zorluklarını daha az hissettirir.
Rabbim hepimize ruhumuza yakışır incelikte yaşamayı nasip eylesin…