“Önce Vatan” Serisinden
Maalesef mutlu saatler çabuk bitiyor…
Bazen hayatın tesadüflerden oluştuğunu düşünüyoruz. Ama tesadüflere asla inanmadım. Yaşadığımız ve yahut karşılaştığımız her bir olayın Yaradan tarafından önceden çizilmiş bir proje olduğunu düşünüyorum. Kiminle nerede, ne zaman, hangi durumda görüşeceğini, yaşananların seni nasıl etkileyeceğini sen bilemezsin.
Nereden başlayayım sözüme, nereden başlayayım cümleme, bilemiyorum, acizim… Ne yazarsam, ne söylersem, yine de onun yüceliğini vasfedemez o sözler…
ŞEHİT insanlığın en yüce zirvesidir. ŞEHİT bir dünyadır. ŞEHİT öyle bir kuvvettir ki, cismani yokluğuyla bile varlığını kanıtlamış… Düşman ONU yok etmek ister, aksine O daha da yücelir. O öyle bir zirveye yükselir ki, o zirveye kalkmak herkese nasip olmaz. ŞEHİT olarak gönüllerde taht kurar, kalp evlerinin sultanı olur… ŞEHİT milyonların damarlarında akan kandır… ŞEHİT Azerbaycan’ımın, Türkiye’min gururu, baş tacıdır…
Annesi, babası, ablası, abisi, kardeşleri, hanımı suya hasret çiçek gibi ona hasret kalır. Yıllarca onun ruhuna sarılırlar… Onun ruhuyla nefes alır, onun resimleriyle konuşur, onun kıyafetlerinden kokusunu alırlar. Budur ŞEHİTİN kendinden sonra arkasında bıraktığı manzara.
Her biri farklı yaşlarda Vatan için canlarını feda eder… Vatan adlı kutsal varlığın değerini içten anlamaya başladıkları andan seçerler yollarını ŞEHİTLER. Onların hayat hikayeleri kısa olsa bile, sayfalarca romandan daha büyük olur. Bu gün daha bir kısa ömrün büyük hayat hikayesini sizlerle paylaşacağım.
Şehit annesinin en yakın arkadaşı penceredir. Çünkü o, her gün evladının yolunu pencereden bakarak bekler. Şimdi yine onu bekliyor, bir gün geri dönecek diye. Şehit babasının en yakın dostu sigara ve uzun yollardır. Evladının acısını saatlerce sigara dumanına sarıp içine çeker. Ya da evladının geçtiği yolun başında durur, saatlerce gözlerini bu sonu gözükmeyen yollardan çekemez. Şehit ablasının, kız kardeşinin en yakın arkadaşı kardeşinin kokusunu aldıkları kıyafetler ve resimlerdir. Çünkü onlar, kardeş acısını o kıyafetleri koklarken unutur, o kokuda kardeşlerini yanlarında hisseder, o resimlere sarılıp sabahlara kadar kardeşleriyle sohbet ederler…
Mirağa hakkında yazmaya karar verdiğimde ilk görüştüğüm ablası Meleyke oldu. Mirağa’nın sosyal medyada sayfalarını ablası yönetiyor. Bir gün yine şehitlerimizle ilgili sayfaları inceliyordum. Mirağa’nın resmi dikkatimi çekti. Karşımda 20 yaşında şehit düşmüş nur yüzlü bir genç gördüm. Sayfayı kimin kullandığını sordum; “Mirağa’nın ablasıdır” cevabını aldım.
O günden başladı benim şehidimizle ilgili araştırmalarım. Onunla ilgili videoları izledikçe, onun hakkında konuşulanları dinleyip, yazılanları okudukça, diğer şehitlerimiz gibi, o da artık benim her gün muhabbet ettiğim dostuma dönüştü.
Mirağa, çok fakir bir ailede doğdu. Babası Musa Aliyev, 1. Karabağ Savaşı’nın acılarını yaşayan bir gazidir. Musa’nın dedesi de 2. Dünya Savaşı’nda şehit düşmüş. Mirağa sanki sülalenin kahramanlık destanına yeni bir boy ilave etmek için sahiplendi.
Dedim ya, Mirağa çok fakir bir ailede doğmuş. Babası Musa, yaşadıkları köy halkının otunu biçer, eli kolu yettiği işlere koşturur, evlatlarının boğazından haram ekmek geçirmezdi. Küçük bir ev yapmıştı ailesine. Çamur ve kamıştan yapılmış küçük evde büyümüştü Mirağa. İki kız ve bir erkek evlatlarını, bütün zorluklara ve fakirliğe rağmen şerefle büyüttüler Lyuda anne ve Musa baba. Kimseye baş eğmediler, kimseden yardım beklemediler. Anne babanın tek dileği, vatan için namuslu, imanlı ve şerefli evlat büyütmekti.
Her kış, küçük odanın ortasında yanan sobanın etrafına toplaşarak Allah’ın verdiği yemekten yiyip, öylece o sobanın etrafında yer yatağında uyurlardı. Sabah uyandıklarında annelerinin güler yüzüne bakar, kahvaltıya beklerlerdi. Bütün zorluklara ve fakirliğe rağmen anneleri hiç bir zaman onlardan yaşananların acısını çıkarmazdı. Zor olsa bile her sabah evlatlarının uykudan kalkmalarını hasretle bekler, uyandıklarında gülümser ve “Günaydın canlarım” diyip onlara sarılırdı. Ne kadar zor durumda olsalar da, o günlerde çok mutlu olduklarını söylüyor ablası. Diyor ki, keşke yine o küçük evimizde olsaydık, yine zorluklar içinde yaşasaydık ama Mirağa bizimle olsaydı. Bizim bütün mutlu günlerimiz Mirağa’yla gitti. Gülüşümüz, ağzımızın tadı 2020 yılının 29 Eylül tarihinde donup kaldı.
Meleyke konuşuyor, konuştukça sanki kalbi yerinden fırlar gibi heyecanlanıyor. Her kelimesinde Mirağa’nın ismini tekrarlıyor. Meleyke’den sonra annesi Lyuda hanımla, sonra da kız kardeşi Besti ile tanıştım. Vatanda yaşamadığım için onlarla sosyal medya üzerinden görüştüm. Mirağa çocukluktan asker olmak istiyordu. Ablaları çizgi film izlemek istediklerinde Mirağa hemen “Abla, ben askerlerle ilgili program izleyeceğim” derdi ve onlara çizgi film izlemeye izin vermezdi. Babası Karabağ gazisi olduğu için sık sık ondan savaş zamanı neler yaşadığını ve silahlarla ilgili sorular sorardı. Çocukluktan asker olmak isteğini hareketlerinde hep hissettirirdi. Babası konuşur, o ise dinlemekten bıkmazdı. Bazen de “Keşke o silah bende olsa, düşmanı mahvetsem” derdi.
Onun harbiye sevgisi sülaleden gelme mi yoksa Ermenilerin başımıza açtıkları belalar mıydı, onu kesin bilemem. Bildiğim tek şey, Azerbaycan Mirağa gibi yiğitlerin varlığı ile zafer kazandığıdır. Sizlere sunduğum bu hikaye, şehidimizin ailesinin onun hakkında anlattığı sohbetlerden alıntıdır. Yukarıda söylediğim gibi, her şehidin yarım kalan hayat hikayesi romanlardan daha büyüktür. Neden biliyor musunuz? Bu hikayeler sıradan bir insana ait olmuyor. Yüce Yaradan’ın seçtiği yiğitlerin hayat hikayeleridir bu hikayeler. Her biri farklı özelliklere sahip, şehit olacaklarını önceden hisseden kutsal varlıkların hikayeleridir.
Şehit hakkında yazmak çok zor ama çok gurur verici bir an. Her gün hakkında yazdığın yiğitle muhabbet etmek, bazen rüyalarında görmek, sesini duymak, bunlar bir başka mutluluk. Gözyaşlarını içine dökerek yazarsın, saklarsın o yaşları şehit görmesin, rahatsız olmasın diye. Bu yazıyı Mirağa’nın sevdiği kız için söylediği şarkıyı dinleyerek yazıyorum. Şarkıda böyle bir satır var: “Ayrılmayalım, ayrı düşmeyelim. Ayrılık sözünü gel unutalım.” Maalesef onun kimi sevdiğini kimse bilmediği için, o kızla Mirağa’yla ilgili hatıraları bölüşmek bana nasip olmadı. Nasıl da içten söylüyor şarkıyı, sanki ayrılacağını hissediyor.
Mirağa, bütün şehitler gibi annesine çok düşkündü. Ablalarına olan sevgisi de bir başka. “Canımızdan can ayrıldı, nefesimiz sanki kesildi. Hayatımızın tüm anlamı Mirağa ile gitti” diyorlar ablaları. Anneleri üç çocuğa hiçbir zaman sokakta oynamaya izin vermezdi. O yüzden onlar kendi bahçelerinde oynarlardı. Saklambaç oynamayı çok severlerdi. Kızlar saklanır, Mirağa onları arar, bulamadığında annesine koşar, hüngür hüngür ağlayarak “Melekeler ve Bestiler (böyle sorardı) nerede? Onları bulamıyorum” diye sorardı.
Bir de Azerbaycan’da Nevruz Bayramı’nda komşulara şapka atar çocuklar. Amaç bayram şekerleri, tatlıları toplamaktır. Mirağa da çok severdi şapka atmayı. Ama onun erkek kardeşi olmadığı için onunla kimse gitmezdi şapka atmaya. O da bu durumdan üzülür, ağlayarak eve döner, kimseyle konuşmazdı. O günler hakkında hasretle konuşurlar ablaları. Evleri çok küçük ve çamur kerpiçten yapıldığı için beş kişinin bu evde nasıl zorluklarla yaşadığını tahmin etmek zor değil.
Büyüdükten sonra Mirağa hep annesine, “Anneciğim, sen hiç merak etme. Ben çalışacağım, çok param olacak ve ben güzel bir ev yaptıracağım. O evde çok mutlu oluruz.” derdi. Lyuda anne diyor ki, kaç defa intihar etmeye teşebbüs ettim, olmadı. Ölemedim. Sanki Mirağa geldi ve beni yapacağım günahtan kurtardı. 2013 yılında ablası Meleyke üniversiteyi kazanıyor. Ama maddi durumları zor olduğu için üniversiteye gidemiyor. Eğitimine kolejde devam ediyor.
Kızlarını Bakü’de yalnız bırakmamak için ailesi Bakü’ye taşınıyor. Evdekilere ve ablasının eğitimine destek olmak için Mirağa, çatı örtüsü yapan bir şirkette çalışmaya başlıyor. 15 yaşındaydı o dönemde. Askere gidene kadar çalışmaya devam ediyor.
Sonra askere gidiyor. Ailenin maddi durumu çok kötü olduğundan, kira ödemek zorlaştığı için 2019 yılında aile yeniden kendi iline dönüyor. Mirağa da askere gidiyor. Bir yıl altı ay Deniz Kuvvetleri’nde hizmet ediyor. Ayda bir kere ona eve gelmeye izin veriyorlardı. Onun geldiği gün evde sanki düğün, bayram varmış gibi sevinirdi ailesi.
Bir kere eve gelmek için geç izin veriliyor. Evdekiler merak ediyorlar; sabahlara kadar uykuları kaçıyor, Mirağa’yı merak etmekten. Bir gün ablası Meleyke işten eve dönerken Mirağa’yı yolda görüyor ve mutluluktan uçmak için kanat arıyor. Koşarak kardeşine sarılıyor. Mirağa tatlıları çok severdi diye her geldiğinde onun için çalıştığı ekler dükkanından tatlılar alır, onun bavuluna koyardı ki arkadaşlarıyla beraber yesin.
Bir ara Mirağa, korona yüzünden 6 ay eve gelemiyor. Yine ailenin hasretli günleri başlıyor. Mirağa’yı 6 ay beklemenin zorluğunu yaşarken, bir gün ondan ayrı düşeceklerini, bir ömür ondan ayrı kalacaklarını düşünemezdiler. Mirağa askerden Nisan’da dönüyor. Adına kesecekleri kurbanı hemen kesemiyorlar; doğum gününde, yani 29 Ağustos’ta kesiyorlar. Ablası Meleyke onun sevdiği tatlıları, annesi de yemekleri yapıyorlar o gün.
Mirağa evde fazla kalmıyor. Yeni ev yapmak isteği onu rahat bırakmadığı için Bakü’ye dönerek yeniden işe başlıyor. Lyuda anne diyor ki, Mirağa alkol kullanılmayan restoranda kendine iş bulmuştu garson olarak. Bir gün geldi, dedi ki, “Anne, bana para ver, kendime beyaz gömlek, siyah pantolon almam lazım. İşte giyinmek için.” Para verdim. Ertesi gün eve geldi, üzgün görünüyordu.
“Anne, ben işten ayrıldım” dedi, yüzüme bakamadan. Nedenini sordum. “Anne, yurttan bir genç geldi, iş arıyordu. Patron ‘iş yok’ dedi. Anne, sen o çocuğun gözlerinin nasıl dolduğunu görseydin. Boynu bükük halde kapıdan çıkarken durdurdum. Kendim patrona ‘ben işten ayrılıyorum, benim işimi o çocuğa verin’ dedim. Kıyafetleri de yoktu. Yeni aldığım kıyafetleri de ona verdim” dedi.
“İyi yaptın yavrum, Rabbim güzel kalbine göre versin” dedim. Lyuda anne Mirağa hayattayken onu rüyalarında hep çocuk gibi görürdü. Bir gün Mirağa ona gülerek diyor ki, “Anneciğim, ben artık büyüdüm, ne olursun bir kere de beni büyümüş halimde rüyanda gör.”
Bir gün de ilginç bir rüya görür annesi. Bir çocuğu kötü adamlar kovalıyor, kimse yardım edemiyor. Anne yardıma koşmak isterken gökten bir erkek bebek onun kucağına koyulur ve “Bu sana emanet, göz bebeğin gibi koru” diye ses geliyor. Mirağa’nın şehadetinden sonra annesi o rüyanın Mirağa’yla ilgili olduğunu anlıyor ve onun Allah’ın emaneti olduğuna ve o emaneti Yüce Yaradan’ın geri aldığına emin oluyor.
Tavuz savaşı başlarken Mirağa’ya da seferberlik belgesi geliyor. Bakü’den telefon açıyor eve, “Geliyorum.” Annesi ve ablası Meleyke (Besti ablası artık o dönemde evlenmişti) onun sevdiği yemekleri, tatlıları yapıyor ve onun gelmesini bekliyorlar. O ise eve gelmiyor, askeriye gidiyor.
21 Eylül tarihinde askeri eğitimlere katılıyor. Baş keşfiyatçı (istihbaratçı) gibi savaşa katılıyor. “Gittikten sonra bir kere telefonla aradı bizi. Annem, babam ve benimle konuştu. Ona, ‘Kardeşim, biz iyiyiz, bizi merak etme. Sen kendine dikkat et. Allah’a emanet ol’ diyor ablası Meleyke. Bu onların Mirağa’yla son konuşmaları oluyor.
21-27 Eylül’e kadar eğitimlerde olduğundan ondan hiçbir haber alamıyorlar. 27 Eylül günü Meleyke sabah namazından sonra biraz uyumak istiyor. Bu sırada dışarıdan gelen atışma seslerini duyarak annesiyle beraber “Mirağa” diye bağırarak dışarı koşuyorlar. Bu dönemde onunla ilgili kimseden bir haber alamıyorlar.
29 Eylül günü Mirağa şehit düşüyor. Cenazesi Agcabedi’ye getiriliyor. 30 Eylül sabahı ailesine acı haber veriliyor. Lyuda annenin “Nerede Mirağam, nerede? Gelsin” diye hüngürtülü sesi, Meleyke’nin bayılması orada olan kimsenin hafızasından silinmiyor. O gün Mirağa’nın ailesinin dünyası yıkılıyor.
Bir gün Meleyke çok üzgünmüş. Ağlıyormuş. Mirağa o dönemde askerlikten yeni dönmüş. Ablasının ağladığını görünce hemen hoparlörü açıyor, onun karşısında dans ederek “Ablacığım, canımın içi, ben senin ağlamana izin vermem. Hiçbir şey için üzülme. Ben varım. Her şey çok güzel olacak” diyerek ablasının boynuna sarılıyor. Mirağa, ablalarından küçük olsa da onlara her zaman ağabey gibi davranıyordu.
Meleyke onunla ilgili daha bir olayı anlattı: “Mirağa askerlikten döndükten sonra bahçemizde oturuyordum. Yaz aylarıydı. Bir anda karga sürüsü bahçemize saldırdı. Ne kadar kovaladıysam gitmediler. Onların kötü haber getirdiklerini duymuştum. O günden kısa bir süre sonra Mirağa şehit düştü.”
Mirağa’nın sosyal medya sayfasında bütün videoları, onun anısına yapılan kısa filmleri ablası Meleyke paylaşıyor. Kardeşinin her zaman hayatta olduğunu herkese kanıtlamak istiyor. Kendinde bunun için güç bulmaya, ayakta kalmaya çaba gösteriyor. Ablası Besti’nin iki evladı var; Uğur adlı erkek ve kardeşinin anısına Miray adını verdiği kız çocuğu. Besti de Meleyke gibi Mirağa’yla ilgili anılarını canı yanarak anlatıyor. Çocukken Mirağa’nın tombik ayaklarından nasıl öptüğünü, birlikte oynadıkları oyunları, düğününde Mirağa’nın nasıl sevindiğini anlatıyor. Canı yanıyor ama kardeşinin her an onlarla beraber olduğuna kesinlikle şüphe etmiyor.
Babası onun hakkında hiçbir şey konuşmuyor. “Benim Mirağa’yla ilgili anılarım onunla beraber kalbimin baş köşesinde korunuyor. Onlar benim içimde mezara kadar öyle kalacak” diyor.
ÖZ GEÇMİŞ
Şehit Baş Keşfiyatçı (istihbaratçı) Mirağa Aliyev, 29 Ağustos 2000 tarihinde Azerbaycan’ın Ağcabedi ilçesinin Hocavend köyünde doğdu. M.F. Akhundov adına 3 sayılı liseden mezun oldu. Daha sonra Bakü’de 5 No’lu Meslek Lisesi’nde okudu. 25.10.2018 tarihinde Harbi Deniz Kuvvetleri’nde hizmet etmeye başladı.
2. Karabağ Savaşı sırasında Harbi Deniz Kuvvetleri’nin kara birliklerinde askerlik görevini üstün başarıyla tamamladıktan dört ay sonra, 21 Eylül’den itibaren gönüllü olarak eğitimlere katılmaya başladı. Başkomutan İlham Aliyev’in komutasında, 27 Eylül 2020’de “Demir Yumruk” operasyonuyla başlayan 2. Karabağ Savaşı sırasında Fuzuli ve Cebrayil bölgelerinde verilen savaşlarda keşif müfrezesinde baş gözcü olarak savaştı.
Düşman cephesine geçerek önemli bilgiler topluyordu. Fuzuli ve Cebrayil için devam eden savaşlarda her iki bacağından birer kurşun aldı. Buna rağmen son nefesine kadar mücadeleye devam etti. Fuzuli ve Cebrayil’in geçilmez yollarını, Ermenilerin geçilmez mevzilerini kahramanca aldı. Şehidimiz keskin nişancı kurşunuyla kalbinden vuruldu ve 29 Eylül 2020 tarihinde şehit düştü. Cenazesi 30.09.2020 tarihinde Ağcabedi ilçesi köy mezarlığında toprağa verildi.
Evin tek erkek evladıydı. Mirağa Aliyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 15.12.2020 tarihli Kararnamesine istinaden, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün sağlanmasına yönelik askeri operasyonlara katıldığı ve askeri birliğe verilen görevleri yerine getirdiği için ölümünden sonra “Vatan İçin” madalyasıyla ödüllendirildi.
Mirağa Aliyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 25.12.2020 tarihli Kararnamesine istinaden, Azerbaycan’ın Fuzuli bölgesinin kurtarılması için askeri operasyonlara katılarak gösterdiği yiğitlik ve cesaretinden dolayı ölümünden sonra “Fuzuli’nin Kurtuluşu İçin” madalyasıyla, Azerbaycan topraklarının işgalden kurtarılması sırasında gösterdiği cesaret ve kahramanlıktan dolayı ise Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 24.06.2021 tarihli Kararnamesine istinaden ölümünden sonra “Yiğitliğe Göre” madalyasıyla ödüllendirildi.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün restorasyonu için askeri operasyonlara katılan, askeri birliğe verilen görevleri yerine getirirken cesaret gösterip görevini onurlu bir şekilde yerine getirirken şehit edilen Mirağa Aliyev’in ölümünün ardından Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 05.11.2022 tarihli Kararına göre “Vatana Hizmet İçin” nişanı verildi. Mirağa Aliyev’e ölümünden sonra Şehit Aileleri, Engelliler ve Savaş Gazilerini Koruma Kamu Birliği tarafından “Karabağ İçin” madalyası verildi.