Az şeye sahip olanın köleliği de az olur, yaşasın asil yoksulluğum.
(Friedrich Nietzche)
Modern çağın yüzüne inmiş bir tokat gibi Nietzche’nin bu sözleri.. Bir yoksulluk güzellemesinin ötesinde, daha derin ve bilgece. Muhtemelen yoksulluk tanımı da bizimkinden çok farklıydı..
İnsan dünyaya gelişinden itibaren, hep bir tamamlanma/tam olma arzusuyla ilerler. Gerek madde dünyasında, gerek duygu ve düşünce dünyasında bu arzu vardır ve bu yüzden seçimler yapar, kararlar verir.. Bu olağan durum dengeli ilerlediği sürece sorun teşkil etmezken, algılarımız değişip dengeler bozulduğunda bambaşka bir şeye evrilir. Öyle görünüyor ki insan, tamamlanma sürecini de pek doğru anlamamıştır..
Günümüz dünyası bu arzumuz üzerinden bize kendimizi; hep büyük eksikleri olan, tamamlanması gereken parçalarmışız gibi hissettirir. Hayatımızın her alanında özellikle madde dünyamızda konfor alanımızın bitmek tükenmek bilmeyen “sözde” eksiklerine odaklar bizi. Diziler, filmler, dergiler; kozmetik sektöründen estetik sektörüne, tekstilden mobilyaya, gıdadan teknolojik ürünlere kadar hep sözde eksiklerimiz üzerine reklamlarla saldırır. Ve bizler; neyin gerçekten eksik, neyin gerçekten gerekli olduğuna dair tüm muhakeme yeteneğimizi kaybederiz. Algılarımız değişir, dolayısıyla dengeler değişir..
Bu bir modern çağ illüzyonudur! Bu illüzyonda ne kadar çok şeye sahipsek; o kadar mutlu, huzurlu zengin ,özgür, seçkin hissedeceğimiz vadedilir. Bu etki alanına girdiğimizde iki şey çok net olarak karşımıza çıkar:
- Ne kadar sahip olursak olalım sahip olmak isteyeceğimiz yeni eksikler!
- Sahip olamadığımız her şey için yeni bir mutsuz olma sebebi!
Sanırım neden illüzyon dediğimi anlatabildim..
Evlerimiz, evlerimizde dolaplarımız, dolaplarımızda çekmecelerimiz tıka basa dolu.. Evimizde yer kaplayan her şey aslında zihnimizde de yer kapladığı söylenir. Korumak ,güvenliğini, temizliğini sağlamak gibi.. Aslında kalbimiz ve zihnimizde; tıpkı eşyalara boğduğumuz evlerimiz gibi.. Doğru düşünemiyor, seçip ayıklayamıyoruz. Konforumuz yada keyfimiz için istediğimiz eşyaların kölelerine dönüşürken, bize hizmet etsin diye sahip olduklarımıza biz hizmet eder hale geliyoruz. Asıl trajedi ise bu köleliğin ilk olarak duygu ve düşünce dünyamızda başlaması. Nıetzsche’ın bahsettiği de bu olmalı..
İhtiyaçlarımız ve arzularımız arasında ayrım yapamadığımız; tamamlanmak, iyi hissetmek için hep daha fazlasını istediğimiz, sahip olamadıklarımız için ise mutsuzluk çiçekleri büyüttüğümüz bu illüzyondan ne zaman sıyrılacağız?
Schopenhauer “Çünkü bir kimse kendinde ne kadar çok şeye sahipse, dışarıdan o denli az şeye ihtiyaç duyar.” derken, gerçekte çoğaltmamız yada büyütmemiz gereken şeyin başka bir şey olduğunu söylemeye çalışıyor gibi..
Sevgili Okur;
Yoksulluğun da, zenginliğin de köleleri olduğunu unutma!
Mutlu olmayı maddi konfor alanında arayanlara her zaman yalancı cennetler vadedilir.
Belki de bizi tam yapacak şey; eklemek değil çıkarmak, fazlalıklarımızdan arınmaktır.. Duygu düşünce ve fiziksel dünyamızda..
Sevgili Okur;
Gerçekte ihtiyacın olan şey ne?