Mücella Hanım

59 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

“Sedef kakma sehpanın üzerinde duran şu şey bir şeftali mi, Meryem?”

“Hayır anne, bir şeftali değil.”

“Ne peki?”

“Yarım şeftali.”

“Münasebetsiz şey! Ay, içime fenalık geldi, al şunu lütfen.”

“Annecim, sileriz geçer. Sanırsın bilmem kaç milyonluk İran halısının üzerinde gördün şeftaliyi.”

“İran halısı deme bana!”

“Ay, çok pardon. İran halının başına gelenler için sahiden üzgünüm anne.”

Yaşlı kadın uzaklara daldı.

“Rahmetli babacığımın hediyesiydi. Pek kıymetliydi o halı.”

“Kedinin salona girdiğini bilemezdim ki anne.”

Kediye gözlerini devirerek baktı Mücella Hanım.

“Şuna bak şuna, yüzsüz, utanmaz, arlanmaz tüy torbası!”

“Anne, o sadece bir kedi.”

“Kediymiş! Her şeyi anlıyor mendebur. O odaya girme dedim kaç defa. İnadına yaptı. Bak nasıl sindi. Ay bak bak. Uyuma taklidi yapıyor aşüfte!”

“Aaa… Aa… ama kediye bir ‘şey’ demediğin kaldı, Mücella Hanım.”

“Şey işte şey.” Ağzının içinde tıslayarak çevirdi sessizce “O” ile başlayan kelimeyi. “Hah işte, onu da dedim.”

Beste, kediyi kucakladı, hayvanı nazlaya nazlaya çıkardı odadan.

“Gel benim güzel kızım, gel. Anneanne kızmadı sana, yoo yok.”

“Delirtecekler beni. Bir çocuk doğursa, böyle sevmez Tahsin Bey.”

O âna kadar odada olmayan Tahsin Bey, kızı odadan çıkar çıkmaz Mücella Hanım’ın karşısındaki koltukta belirir.

“Vallahi haklısın Mücella Hanımcım.”

“Ay, selamın kavlen. Hangi ara geldiniz ayol? Ödüm koptu.”

“Hiç gitmedim ki. Ben sizden uzağa nasıl giderim ruhu revanım, mah-ı cihanım.”

Mücella Hanım, yeni yetme genç kız gibi utandı.

“Tahsin Bey, beni şımartıyorsunuz.”

“Siz layıksınız efendim. Şımarınız. Şımarınız, rica ederim. Bilseniz, öyle yakışıyor ki.”

“Tahsin Bey, sizinle bir şey konuşmam gerek ama bu defa sözümü kesmeyin olur mu?”

“Buyurun sultanım, emredin.”

“Kızımız, sizin burada olduğunuza inanmıyor. Beni doktora götürdü geçen gün.”

“Kız mı?”

“Kız dedim ya Tahsin Beycim. Bizim kız işte.”

“Onu demiyorum yavrum. Doktor kız mıydı, erkek mi?”

“Gençten bir çocuktu işte.”

“Yahu gençti, onu anladım da, kız mıydı erkek mi?”

“Aman, neyse ne! Bak yine lafı çeviriyorsunuz. Kaç yaşında kadınım. Ne olmuş yani erkekse doktor?”

“Olmaz efendim, olmaz. Katiyen olmaz. Olamaz. Derhal o doktoru arayın, ‘Ben bir daha gelemem, eşim ziyadesiyle sinirlendi,’ deyin.”

“Hıı diyeyim, diyeyim de beni hastaneye yatırsınlar.”

“Hastaneye mi? Neden, neyiniz var ki gonca-i gülüm? Şemsim. Kamerim. Can içre can…”

“Durun durun, yeter. Bırakın da sözümü bitireyim.”

“Buyurunuz sultanım. Emrediniz.”

“Siz, sadece bana görünmekte ısrar ettiğiniz sürece, beni doktora götürecek çocuklar. Bunu da böylece biliniz!”

“Ama sizinle anlaşma yapmadık mı sultanım? Hani, benden söz etmeyecektiniz onlara.”

“Unuttum. ‘Babanız böyle böyle diyor,’ dedim.”

“Pekiyi demişsiniz, aferin.”

“Küsmeyin hemen, Tahsin Beey.”

Mücella Hanım’ın kızı Meryem seslenerek gelir.

“Anne, kiminle konuşuyorsun sen? Babamla mı?”

“Aaa. Ne babası ayol? Tövbe tövbe. Kediye söyleniyordum.”

“Hâlâ mı?”

“Üzerine bevlettiği İran halısı aklıma gelince!”

“Unutmadın mı sen onu?”

“Unutamam. Hiçbir şeyi unutamam ben.”

“Şermin uğrayacak anne. İstediği bir şey var mı, diye sordu.”

“Yok. Şermin kim?”

“Kız kardeşim anne.”

“İyi bari. Şey alsın bana, taze fasulye. Ama çalı. Böyle sırtından yarıp ikiye kesip, kıymalı yapıyorum onu. Çok güzel olur. Baban da çok sever.”

“Babam mı dedin?”

“Kim, ben mi? Yoo, demedim. Sana öyle geldi zaar. Durmadan ağzımda gözün. Annem bir yanlış yapsa da doktora götürsem. Ama bu defa ki doktoru sevdim. Genç, dalyan gibi maşallah.” Göz süzerek, Tahsin Bey’e işittirir gibi.

“Çay ister misin annecim? Ya da başka bir şey?”

“Şey var mı? Kızılcık kompostosu. Seviyorum onu. Ay, türküsü de güzeldir di’mi Meryem? Nasıldı o?” Neşeli neşeli mırıldanır Mücella Hanım, Beste mutfağa doğru giderken. “Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu, heeey? Gönderdiğim çoraplar ayağına oldu mu? Mendili…”

Kızının mutfakta olduğundan emin olunca, Tahsin Bey’e cilveli cilveli:

“Tahsin Bey’cim, geliniz geliniz, hahhah. Gitti kerimeniz. Ay, bir coştum ben bugün. Siz pek severdiniz bu türküyü. Mendili eline, mendil verdim geline… Tahsin Bey. Neredesiniz? Niçin gelmiyorsunuz?”

“Tahsin yok. O gelmedi. Sonunda baş başa kaldık, Mücella Hanım.”

“Kim konuşuyor? Tahsin Bey, Tahsin Bey, benimle latife yapmayınız efendim?”

“Benim ben, Asil.”

Mücella Hanım kediye bakar ve kızına seslenir.

“Ayşe, Hümeyra, Beste… Ay, neydi bu bizim kızın adı… Heh, Meryeeem, Meryeem! Koş kızım, koş!”

Meryem mutfaktan heyecanla seğirtir.

“Ne oldu annecim, hayırdır?”

“Ay, bir mucize oldu Meryem! Senin şu sümsük kedi Asil var ya, konuşuyor kızım. Billahi bak, ölümü gör doğruyu söylüyorum. Asiiil, güzel kedi, hadi konuş anneanneye, hadi.”

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Eğitmen / Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version