On altı yıllık emekten sonra nihayet ataması yapılmıştı Hasan öğretmenin. İçi içine sığmıyordu. Okulunu bitirmişti ve emeklerinin karşılığını almıştı. Artık vatanına ve ailesine layık bir evlat olmuştu ama daha yapacak birçok şeyi vardı. Öğrencilerine kavuşacak ve kim bilir onlarla ne yollar kat edecekti.
Ataması bir köy okuluna çıkmıştı. Hemen biletini kesti. Anne ve babasının hayır dualarını aldıktan sonra yola çıktı. Görev yapacağı ilçe ve köy çok uzaktı. Ama ne olursa olsun hiçbir şey onu yolundan döndürmemeliydi.
İlçeye geldikten sonra köye gitmek için araba tuttu. Araba köye yakın bir yere geldikten sonra artık köye yol olmadığını söyleyip gitti. Hasan öğretmen tek başına kalmıştı şimdi. Mecbur köye yürüyecekti. Bir köyün nasıl olur da yolu olmazdı? Acaba atandığı köy yayla falan mıydı? Ama yayla olsaydı öğretmen ataması yapılmazdı ki. Bunları düşüne düşüne köye vardı.
Köylü Hasan öğretmeni hemen baş tacı etti. Herkes onu ağırlamak için birbirleriyle yarışıyor,bir dediğini iki etmiyordu. Lojmana gerek yoktu köylüye göre. Öğretmene köylü bakmalıydı. Başlarının üstlerinde yeri vardı. Her gün birinin evinde yatsa bile yine de olurdu.
Hasan öğretmen köylünün bu halinden çok ama çok memnun kalmıştı. Ama lojmanın kendisi için en iyisi olduğunu söyleyip herkese teşekkür etti.
Hep beraber lojmanı en güzel şekilde temizlediler. Ama çok eksiği vardı. Zamanla hallolur dedi. Zaman her şeyin ilacıdır. Elbet bir hal çaresi bulunur.
O gece köylülerle geç saatlere kadar konuştu. Eğitimin yararlarından bahsetti. Kitap okumanın verdiği sayısız faydadan konuştular. Çocukların okula gitmesi gerektiğini ve velilerin de öğrencilerle ilgilenmesi için seferber olmalarından bahsetti.
Köye alışması kolay olmayacaktı. Çünkü bugüne kadar hep şehirlerde yaşamıştı. Şehir hayatına ve kalabalığa alışkındı. Dağın başında çok az kişiyle beraber yaşaması elbet kolay olmayacaktı. Ne gidecek bir park ne de alışveriş yapacağı bir ortam vardı. Ama alışmalıydı. Söz vermişti kendine. Neresi olursa olsun öğretmenlik vicdan işidir. Herkesin yapacağı bir meslek değildi. Dayanmalıydı. Buradaki insanlarla beraber olmalı ve çocukların hayallerine giden yolda onlara rehber olmalıydı. Yapacaktı. Yapacağına olan inancı onu hayata bağlıyordu.
Ertesi gün okulun eksikleri için köylülerle konuştu. Okula temiz boya badana lazımdı. Hemen hazırlıklara başladılar. Kısa bir zamanda okulu temiz bir hale getirdiler. Okulun sadece bir sınıfı vardı. Zaten bir sınıfa ihtiyacı vardı. Topu topu on öğrencisi vardı. Birleştirilmiş sınıfta eğitim verecekti.
Öğretmenlik mesleğine olan sevgisi Hasan öğretmen için koca bir dünyaydı. Okulu temizledikten sonra bahçeyi temizlediler ve bahçeye on tane de fidan diktiler.
Artık sıra eğitime gelmişti. Ama bir sıkıntısı vardı. On öğrenciden bir tanesi tek kızdı ama okula gelmiyordu. Öğrencinin adı Gönül’dü. Öğrencilerinden öğrendiği kadarıyla Gönül çok zeki ve ahlaklı bir çocukmuş. Yaşı dokuz olmasına rağmen daha okul yüzü görmemişti. Yaşıtları ortaokula gidecekken Gönül daha okuma yazma bilmiyormuş.
Okul bittikten sonra Gönül’ün evine doğru yürüdü. Bu işi muhakkak halletmeliydi. Yoksa uyku haram olurdu. Ne yapıp edip Gönül’ü okula getirmeli ve fırsat eşitliğini oluşturmalıydı.
Eve gittiğinde çok güzel bir kız gördü kapının önünde. Bu o kızdı. Hasan öğretmeni hemen tanımıştı. Hasan babasının yerini sordu. Kız önce ağlayacak gibi oldu ama yapamadı. Çocuk yüreği bu acıya artık katlanamazdı. Babası beş sene önce vefat etmişti. Gönül ve annesi tek başına bir göz evde yaşıyordu. Hasan öğretmen annesini çağırdı. Annesi hemen konuğuna bir şeyler ikram etti. Önce havadan sudan konuştular ve sonra Hasan hemen asıl konuya geçti. Annesi de bunun için üzülüyordu ama elinden bir şey gelmediğini söyledi. Çünkü iki üç tane hayvanla ancak geçindiklerini söyledi. Gönül’ün okuması için çok şeylerini feda edeceğini ama maalesef ona kalem alacak parasının bile olmadığını söyledi.
Hasan öğretmen dayanamadı. Gözleri yaşla doldu ama ağlayamadı. Ağlamaması gerekiyordu. Hiçbir zaman umutsuzluğa düşmemişti ama o da insandı işte. Ağlıyordu. Çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yokluğun ne berbat bir şey olduğunu biliyordu. Daha önce öğrenciyken çok çekmişti yokluktan. Garibanın derdini yalnızca gariban bilirmiş.
Anneden özür dileyip evden çıktı. Lojmana geldi. Dünyası başına yıkılmıştı. Nerede yokluğun kokusunu alsa hep yapardı bunu zaten. Ya gider düzeltir o durumu ya da eve gelir kahrolur. Yine öyle bir gündü işte. Ama çaresi olmalıydı bunun. Bir kız çocuğunun hayalleri, kabusu olmamalıydı. Bir çare bulmalıydı. Öğretmendi sonuçta. Evet, öğretmenlik vicdan işidir. Madem öyle, yapacaktı. Okumasına yardımcı olacaktı. Hiçbir şey için geç değildi. Hemen işe başlamalıydı.
Ertesi günü zor etti. Bir türlü uykusu gelmiyordu. Bu kız okumalıydı. Onun da hayalleri vardı. Okumak her insanın hakkıydı. Bunun da yolunu açacak olan Hasan öğretmenden başkası olamazdı. Evet, kendisi yapacaktı. Önce gidip annesiyle konuşacak ve Gönül’ün okuması için annesine maddi ve manevi yardımda bulunacağını söyleyecekti.
Sabah kalkar kalkmaz hemen evlerine gitti. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce eve gidip konuşmak istiyordu. Eve gidip kapıyı çaldı. Anne kapıyı açtı. Sabah sabah gelen bu konuğu hayra alamet değildi ama misafiri dışarıda bekletmek de olmazdı. İçeri buyur etti hocayı.
Ev oldukça sadeydi. Eşya yok denecek kadar azdı. Üç beş minder ve bir tane yer yatağından başka göze bir şey çarpmıyordu. Gönül’de yeni uyanmış, yer yatağında oturuyordu. Hasan öğretmeni görünce mahcup mahcup yere baktı. Anne Hasan’ın oturması için minder koydu. Hasan hemen oturdu. Anne yeni hazırladığı çay ve peyniri getirdi. Başka da bir şeyleri yoktu.
Verilen ikramları geri çevirmeyen Hasan öğretmen hemen konuya girdi.
– Ne olur kusurumu hoşgörün. Sizi rahatsız etmek istemedim. Geceden beri bir türlü aklımdan çıkmıyor. Gönül arkadaşlarının dediğine göre çok zeki bir kızmış. Yaşıtları gibi okumalı. Okumak nasıl herkesin hakkı ise Gönül de okumalı. Bunun için size danışmaya geldim.
Anne şaşırdı. Çok üzülmüştü. Nasıl mümkün olabilirdi ki? Geçinmeye paraları olmazken nasıl okurdu? Mümkün değildi bu. İçten içe kahroluyordu. Keşke okuyabilse. Hayal etmesi bile mükemmel bir tat bırakırken gerçeği kim bilir ne kadar güzeldi. Ama olmayacak bir dua ediyordu öğretmen. Mümkünü yoktu bunun. Tek başına kadın haliyle yapamazdı. Elinden gelse yapardı ama köyde ne iş yapıp da okutacaktı kızını? Yapamazdı.
– Sakın merak etmeyin. Çok düşündüm. Bütün masrafları karşılayacağıma dair söz veriyorum. Eğer kabul ederseniz hemen ilçeye inecem ve gerekli bütün eşyaları alacam. Yıllardır çocukların hayalini gerçekleştirmek için okudum. Hep hayal ettim. Bir gün hayalim gerçekleşsin diye çok dua ettim. Bugün bana fırsat doğdu. Küçük bir kızın yüreğine dokumak istiyorum izninizle.
Anne ne diyeceğini bilmiyordu. Ama inanmak istiyordu öğretmene. Ne olursa olsun kendi kızını düşünüyordu. Kendisi de kızına destek verecekti. Gönül okumalıydı. Doktor olmasını istiyordu. Herkesin gönül meleği olacaktı.
Kabul etti öğretmenin teklifini. Ama kendisi de destek verecekti kızına. Hasan öğretmenin yüzünde sevinç akıyordu. Şimdi tam zamanıydı. Gönül’ün gönlüne dokunmanın zamanıydı.
Beklemeden hemen o gün kasabaya indi. Gönül’ün bir yıllık bütün okul masrafını aldıktan sonra bol bol da okuma kitabı aldı. Her şeyin temeli kitap okumaktır. Bunun bilincinde olduğu için öğrencilerinin de kitap okumasını istiyor ve bunu sürekli dile getiriyordu. Akşam vakit kaybetmeden köye geldi. Gönül’ün evine gidip eşyalarını verdi. Neler yoktu ki: Kalem, silgi, çanta, kitaplar, ayakkabı ve daha bir çok malzeme vardı.
Anne ve Gönül, Hasan öğretmen kasabaya inerken konuşuyorlardı. Annesi Gönül’e öğretmenin teklifini sundu. Bu teklif Gönül için cennetten bir köşk kadar değerliydi. İmkanı olsa kendi okurdu ama maalesef buna gücü yoktu. Şimdi de talih ona gülmüş, dünyada eşi benzeri az bulunan bir öğretmen ona okuması için teklifte bulunuyordu. Hem masraflarını da karşılayacaktı. Kabul edecekti. Ne olursa olsun okumak istiyordu. Allah izin verirse öderim borcumu dedi içinden. Kendisine yapılan hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmayacaktı.
Gönül eşyalarını aldıktan sonra hemen okula başladı. Okuma yazmayı biliyordu zaten. Anlatılan konuları hemen kavrıyor, hızlı ca yol kat ediyordu.
Hasan öğretmen durumdan çok memnundu. Zorlu şartlar altında olmak hiçbir şeye engel değildi. Yeter ki insan umut etsin. Mücadele etmenin neye gücü yetmezdi ki? Onlar da bunu biliyor ve sürekli umutlarını tazeliyorlardı. Hasan öğretmen sadece akademik anlamda değil günlük hayatta çocukların sıklıkla karşılaştığı olaylar ve geçim kaynakları ile ilgili de bilgi veriyordu. Hayvan hastalıkları ve tarım hocanın sıklıkla işlediği derslerden bazılarıydı.
Her geçen gün öğrencilerine de verdiği eğitim artıyor, daha da artıyordu konular. Buna rağmen istediği verimi alıyor ve ilk senenin muhteşem heyecanından zerre düşüş yaşamıyordu.
Birinci sene ve onu takip eden seneler olmak üzere toplam beş sene köyde görev yaptı. Öğrencilerini hiçbir dersten ve hiçbir etkinlikten mahrum bırakmadı. Bütün gücü ve bilgisiyle öğrencileri için çalıştı. Beşinci sene sonunda bütün öğrencileri sınava girdi. Beşinci sınıftan altıya geçmek için sınava giren öğrencilerden yalnızca Gönül sınavı kazandı. Birkaç burs veren kurum da ona burs verdi. Hasan öğretmen ne yaptıysa da diğer öğrencileri sınava tekrar hazırlanmadılar. Okulu bıraktılar. Yalnızca Gönül okula devam etti. Bu da bir umuttu. Köyden sınavı kazanan biri çıkmıştı. Hem de burslu olarak okuyacaktı. Artık Hasan öğretmene ve annesine muhtaç değildi. Kendi kendine ayakta kalacak ve elbet bir gün vefa borcunu ödeyecekti.
Gönül ortaokuldan sonra fen lisesini kazandı ve sınavda tekrar başarı kazanarak tıp fakültesine yerleşti. Hayali doktor olup insanlara yardım etmekti. Bundan sonra elinden geleni yapacak ve umut olacaktı. Tıpkı Hasan öğretmeni gibi gönüllü olarak köylerde çalışacak. İnsan ayrımı yapmadan yardım edecek, özellikle fakir fukaranın duasını alacaktı. Nitekim öyle de yaptı. Üniversiteden sonra bir ilçenin devlet hastanesinde çalışmaya başladı. Özellikle uzmanlık alanı olan ölümcül hastalıklar ve bilinmeyen az sayıda hastalıklar ile ilgili kendini çok geliştirdi.
Hasan öğretmenini en son köyde görmüştü. Aradan geçen yirmi senede hocasını çok aramış ama bir türlü izine rastlamamıştı. Vefa borcunu ödemeliydi. Kendisini okutan, hayallerini gerçekleştiren hocası sanki kayıplara karışmıştı. Kaç kere nüfus dairesinden ve öğretmen arkadaşlarından sormasına rağmen kendisinden en ufak bir iz bulamamıştı. Çok üzülüyordu ama yine de işini aksatmıyor, insanlara yardımcı olarak öğretmeninin emeklerini boşa çıkarmıyordu. Özellikle son günlerde milyonda bir görülen hastalıkla ilgili yaptığı araştırma ve bulduğu olumlu sonuçlar, İstanbul’daki bir üniversitenin dikkatini çekmişti. Üniversite Gönül doktora İstanbul’a gelip kendi okullarında çalışması için teklifte bulundu.
Artık üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlayacaktı. Hem doktor olmak hem de bilim kadını olmak çok yakışmıştı ona. Böylece yazdığı makaleler ve araştırmaları sayesinde daha çok kişiye seslenecek, nice öğrenciler yetiştirecekti.
Tıpkı Hasan öğretmeni gibi bir yandan öğrencilerinin eğitimiyle uğraşırken bir yandan da akademide çeşitli araştırmalar yapıyordu. Özellikle son günde ölümcül hastalıkla ilgili bulduğu çok önemli bir bulgu, dünya basınında geniş yankı buldu. Böylece bu hastalığın da artık kolayca tedavisi olacaktı. Fakat bunun için bu hastalığa yakalanmış birinin bulunması ve onun üzerinden bu tedavinin uygulanması gerekiyordu. Milyonda bir görülen bu hastalığa yakalanmış birini bulmak elbette kolay olmadı. Günlerce süren aramalar da boşunaydı. Muhakkak denenmeli ve etkili olması yolunda somut örnekleri alınmalıydı.
Bir gün Gönül doktor odasında makale yazmakla meşgulken aniden üniversiteden bir hocası kapıyı çaldı ve müjdeli haberi verdi. İlgilendiği hastalığa yakalanmış biri gelmişti. Durumu çok kritikti. Hastalık iyice bedenine yerleşmişti. Bir an önce müdahale etmek gerekiyordu.
Gönül hemen ameliyathaneyi hazırlattı ve hastayı ameliyathaneye aldırdı. Her hastasında olduğu gibi bu hastasına da bakmadan önce isim ve soyismine baktı. Ameliyatını da sanki ona ismiyle hitap edip konuşuyormuş gibi yapacaktı. Yoksa ameliyata girmesi mümkün değildi. Bu hastalarına verdiği değerin göstergesiydi.
Hastanın ismi Hasan’dı. Elli beş altmış yaşlarında kır saçlı biriydi. Gözleri kapalı olduğundan yüz siması tam belli değildi ama yine de yaşlılık ve hastalık onu yıpratmamıştı. Hayallerini gerçekleştiren öğretmenine ne kadar da benziyordu. Kim bilir şimdi ne yapıyordu da nice kişilere umut oluyordu?
Şu anki hastası onun için çok kıymetliydi. Dünyada yankı bulan bir bulgunun en önemli kanıtı olacaktı bu hasta. Kendini kanıtlayacaktı artık. Olumlu sonuç alması halinde sağlıkta yepyeni bir buluşa imza atacaktı.
Ameliyat tam iki saar sürdü. Ço yorucu geçmişti ama yine de başarılı sayılırdı. Artık hastanın uyanmasından başka çare yoktu. Çünkü yapılan tedavi hasta uyanmadan sonuç vermeyecekti.
Ameliyathaneden çıktı Gönül doktor. Koridorda kendisine bakan binlerce gözle karşılaşınca iyice tedirgin oldu. Ne olmuştu da bu kadar insan toplanmıştı? Hemen doktordan hastayla ilgili bilgi aldılar. Gönül en öndeki kadının hastanın eşi olduğunu anlamıştı. Gerekli açıklamaları yaptı ve hastanın bir saate yakın gözlerini açacağını söyledi.
Bu kalabalık meğer hastanın öğrencileri ve meslektaşlarıymış. Hasta öğretmendi. Duyan herkes hastaneye akın etmişti. Gönül hastanın öğretmen olduğunu duyduğunda işin aslını iyice merak etti. Gerekli bilgileri almak için hastanın eşinin yanına gitti. Evet bir öğretmendi. Yıllarca köy okullarında çalışmış, öğrenci yetiştirmişti. Buradaki herkes de onun öğrencisi ve mezun olmuş öğrencileriydi. Gönül görev yaptığı köyleri de sormak istediğinde eşi ilk olarak Gönül doktorun köyünü söyledi. Orası onun ilk görev yeriydi.
Gönül beyninden vurulmuşa döndü. Neler duyuyordu böyle? Kendi Hasan öğretmeni miydi ? Bunca yıldır aradığı hocasını ameliyat etmişti. Onu buraya getiren, ona destek veren, hayallerini gerçekleştiren öğretmenini ameliyat etmişti. Bir saat sonra da büyük ihtimalle öğretmeni ölümcül hastalıktan kurtulacaktı.
Hocasının eşine sarıldı, ellerini öptü. İşin aslını baştan sona anlattı. Minnettardı her şey için. Yıllarca aramış ama bulamamıştı. Ama bu şekilde de vefa borcunu ödemişti. Hocasını yıllardır boğuştuğu hastalıktan kurtarmıştı.
Bir saat sonra Hasan öğretmen uyandı. Her şey çok iyi gitmişti.Bütün ağrıları dinmiş, kendini çok iyi hissediyordu. Lakin her şeyden habersizdi. Gönül doktor ve Hasan öğretmenin eşi ona yemek getirdiler. Gönül Hasan öğretmeni gördüğü gibi elini öptü ve ağlamaya başladı. Kolay değildi tabi. Hem öğretmeni olmuş hem de babasının yerini tutmuştu.
Bütün olanları Hasan öğretmene anlattılar. Her ayrıntıda beraber ağladılar. Hıçkırıklar havada savrulurken minnettarlığın zirvesini yaşıyordu Gönül. Minnettardı öğretmenine. Buraya gelmesini sağlayan, dünyada ün yapmasını sağlayan öğretmenini ameliyat edip vefa borcunu ödemişti. Gerçi ne yaparsa yapsın ödeyemezdi ama bir nebze de olsa gönlü rahattı. Ameliyat parasını da ödedi ve bütün masrafları da karşıladı. Artık ölse de gam yemezdi. Bundan sonra da ömrü boyunca insanlara yardım etti ve birçok başarıya imza attı. Yurtdışı başta olmak üzere çok yerden teklif aldı ama kendi ülkesinde kalıp insanlara yardım etmeyi tercih etti. Özellikle yaptığı araştırmalar ve elde ettiği sonuçlar Nobel Tıp Ödülü almasını sağladı. O artık tarihe altın harflerle yazılan bilim kadınıydı.
Hayatta hiçbir zaman yapılan iyilik karşılıksız kalmadı. Muhakkak uygun zamanını bekler iyilik. Zamanı geldi mi çıkar ve elbet sahibini bulur. Onun için iyilikten geri durmamalı ve en önemlisi de karşılıksız iyilik yapmalıyız. Nitekim en saf ve en insanca olan da budur.