Mucizeler Meydanı

Dilek Erdem 26 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

“Gün geçtikçe kendimden ayrılıyor, uzaklaşıyorum” diyordu Montein, denemelerinden birinde.

Olmadığı biri gibi davranmanın verdiği sahtekâr duruşu aynada gördüğü an, bu söz aklına gelmişti. Orta yaşını geçmiş başarılı siyasetçi, geleceğin parlak lideri. Nereden gelmişti ona bu politika sevdası?

Şimdi İtalya tatilini hatırlamıştı işte yine. Piazza dei Miracoli “Mucizeler Meydanı”nda Pisa kulesi önünde fotoğrafını çekmesi için makinasını verdiği kızın makineyi düşürüp kırması, ardından da mahcup mahcup kendini affettirmeye çalışması. Makine önemli değildi. İçinde hayattan dondurulmuş kareler olan bir cihazın kırılması üzmüştü onu. Saklayamamıştı da.

Kız telefon numarasını istemiş, telafi edeceğine dair dil dökmüştü. “Gerek yok” diyerek ayrılırken, montunun dış cebinden kalemini almış ve eline yazmıştı.

Otele dönmeden makinayı tamire verdi, odasına gittiğinde elini yüzünü yıkamak için banyoya geçti. Avuçlarında biriken suyun içinde gördü telefon numarası kızın yüzü olmuştu. İtalya’ndan çok İrlandalıya benziyordu. Kısaya yakın boyu, çilli yüzü, kısık gözlerine rağmen derin bakışları vardı.

Musluktan süzülen suyla akarken hayallere, toparlandı. Ellerini yıkayacaktı. Tanımadığı bir kızı düşünecek değildi. Aldığı iyi eğitim, önünde sağlam bir duvar gibi duran kariyer planı varken hiçbir maceraya kapılamazdı. Fakat yapamadı. Banyodan çıktı, okumakta olduğu Montein denemelerin en arka sayfasına not etti numarayı.

Ertesi gün ayakları onu yine mucizeler meydanına götürdü. Gözleri kendisinden habersiz arıyordu o kızı. Ruhu şurada olabilir derken kalbi umarım diyordu. Ama aklı kesinlikle kabullenmiyordu bu arayışı.

Nişanlısıyla o yaz görkemli bir düğünle evlenecekti. Sonra da kayınpederinin dev ticari şirketinde bir parsası olacak, iki üç yıla kalmadan da kayınpederinin başkan yardımcısı olduğu partide iyi bir statüde yer alacaktı. Böyleydi seçilmiş hayatı. Verilmiş kararları uygulayacak biri hayal kurmamalıydı. Fakat o kıvırcık saçlı munis bakışlı kız…

“İyi oldu onu görmemem. Gerçi makinenin tamir bedelini ödeyeceğine söz vermişti. Arayıp talep edebilirim” diye düşündü. Otel odasına geldiğinde Monteine Denemeler’i eline aldığında kalbi çarpıyordu. Yokuş çıkmış gibi. Buz gibi suda yüzmüş gibi. Mahallenin arsız köpeği tarafından kovalanmış küçük bir çocuk gibi. Numarayı yazdığı hayal miydi yoksa? Numarayı bulamayacağından korkarak açtı kitabın arka sayfasını. Oradaydı işte. Saçmalıyordu. Kendine gelmeliydi. Bu kadar heyecan sadece bir defa gördüğü biri için fazlaydı. Ama o munis bakışlar…

Numarayı tuşladı. Eli arama butonuna gitti. Ama basamadı tuşa. Kapattı.

İtalyan arkadaşı Pierre’nin kafeye gitmek istedi o an. Kafenin en kuytu köşesine oturdu. Rocco Granata’dan Marina çalıyordu piyanoda tuşlarda ahenkle elleri uçuşan solist.

Başını kaldırdığında elinde sipariş fişiyle bekleyen garsonun o kız olduğunu gördü. Kız aynı mahcubiyet ve samimiyetle İtalyanca özür diliyor, cebinden çıkardığı parayı vermeye çalışıyordu.

“Paranı istemiyorum dedi yarı İngilizce yarı İtalyanca. Ama benimle bir fincan kahve içerseniz bana borcunuz kalmaz.”

“İşim ancak 23.00 da bitiyor, ayrıca buradan çıkınca bir yere gitmem gerek. Üzgünüm.”

Nasıl söylemişti, neden söylemişti dahası, sadece hisleri hâkimdi diline şimdi.

“Sizi gideceğiniz yere götürmeme izin verin o halde.”

Kız şaşkındı. Ne evet ne hayır diyemedi. Oturduğu yerden masalar arasında servis için koşuşturan yaparken, arada bir orada oturup adının Rooz olduğunu öğrendiği kızı bekledi. Pierre çoktan gitmişti. Hatta neredeyse boşalmıştı dükkân. Kız üzerini değiştirmiş yanına geldiğinde hiç konuşmadan dışarı çıktılar. Birlikte yürüdüler. Yol boyunca da hiç konuşmadılar.

Rooz bir hastanenin kapısından girerken onu takip etti. Yaşlı adamın yanına gelip otururken, adamın yemeğini yedirirken, saçlarını tarken ilacını verip üzerini örterken.

Yaşlı adam uyumuştu nihayet. Hastanenin bahçesine çıktılar. Kahvesinden bir yudum aldı Rooz, banka oturduğunda.

Büyükbabam, diyerek başladı söze. Büyükanneme aşık olduğunda çok zengin bir ailenin oğluymuş. Ailesi büyükannemi kabul etmemiş. Ama yine de evlenmişler. Tam dokuz çocukları olmuş. Ben en küçük çocukları olan Ellen’in tek kızıyım. Ona ben bakıyorum. Çünkü beni o büyüttü. Annem ve babam öldüğünde bana o baktı.

Bütün gün mucizeler meydanında gözlerinin Rooz’u aradığını onu aramak istediği halde arayamadığını söyleyemedi.

Ertesi günü yine kafedeydi. Nasıl gitmişti. Nasıl karar vermişti. Rooz geldi yine sipariş almaya.

“Yine büyükbabana mı gideceksin?”

“Evet.”

“Sana eşlik edebilir miyim?”

Sessizliği ilk bozan Rooz olmuştu.

Yaşamda bir an geliyor, tanıdığın insanlar arasında ölüler canlılardan çok oluyor. Ve beyin başka yüz hatlarını, başka ifadeleri kabul etmeye yanaşmıyor: Rastladığı bütün yeni yüzlere eski izlerin damgasını vurup, her birine en uygun maskeyi buluyor.

Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.

“Güzel sözler. Sen mi yazdın?”

“Hahhah hayır tabi ki, Italo Calvino?

“Aşkın efendiliği iyi değildir, çünkü ona inanan kişi ne denli inanç beslerse ona, o denli ağır ve acılı anlar yaşamak zorunda kalır. Aşkın, uğruna beni bunca kanattığı kadın, yüreği kolayca coşan öteki kadınlara benzemez.”

“Peki, bu kimden?”

“Bunu tahmin edebilirim işte. Dante…”

“Evet bildiniz bayım.”

“Nedir aşk? Sanmam ki şu dünyada bir şey olsun da aşk kadar nüfuz etsin insan ruhuna; ne insan, ne şeytan ne de başka bir şey. Kalbi aşk kadar saran ve dolduran başka hiçbir şey yoktur. O yüzden, eğer ona boyun eğdirecek silahlardan yoksunsanız, ruh aşk ile derin bir uçuruma dalar.” (Umberto Eco)

O gece boyunca Rooz anlattı o dinledi, o anlattı Rooz dinledi. Genç kızın küçücük ellerini tutup bırakmamak, onunla kalmak için can attığı halde ona iyi şanslar diledi. Ve Türkiye’ye döndü. Çizilmiş bir harita, belirlenmiş rota gibi yaşadı hayatını. Günü hatta saatleri önceden belirlenmiş toplantılar, geziler yemekler…

Şimdi iki çocuğuyla bile neredeyse protokol resmiyetinde görüşüyordu. Karısıyla da plan yapmak ve ileriye dönük adımları birlikte atabilmek için konuşuyordu sadece. Direktif alıyordu demek daha doğru olur.

Bir değirmen taşının altına girmiş buğday tanesi gibi un ufaktı. Kalp ve ruh aynı yerde olmadığı için duyulurmuş ruhsal yorgunluk denilen şey. Yorgundu. Dursa düşecek, düşse kalkamayacaktı.

Milletvekili adaylığı onaylanmıştı. Artık konuşmalar yapacak, görücüye çıkacak kendisini beğendirecekti topluma. Çok daha çok seyahatler yapacaktı.

Dürüstlük paltosunu vestiyerde unutmuştu çoktan. Oyunların döndüğü bir at yarışında koşması için hazırdı her şey.

Aynanın karşına geçti. Kendisinden uzaklaşıyordu. Aynanın içinden uzandı Rooz’un ellerini tuttu. Sadece tek bir kez aynı bankta oturup kahve içtiği ama hayatı boyunca onu düşünmeden tek bir geçirmediği Rooz’u bırakamazdı bu defa. Tuttu uzanan eli. aşk denilen şey zaman ve kavram dışıydı. İşte Rooz’la mucizeler meydanındaydı şimdi. Yine gençti. Rooz onun fotoğrafını çekti. Sonra birlikte bir kare. Patlayan flaş ambulansın florasan ışıklarıyla karıştı. Genç yorgun kalbi yaşanmamışlıkların sektesine uğrayan milletvekili adayı dün akşam saatlerinde basın toplantısı öncesinde geçirdiği kalp krizine yenik düştü.

“Bir insan gökyüzüne bakarken ne hisseder? Gördüğü şeyi betimleyecek lisan-ı münasibe sahip olmadığını düşünür. Yine de insanlar gökyüzünü betimlemekten geri durmazlar, sadece basitçe gördükleri şeyleri sayarak listelerler… Bizim bir sınırımız var. Cesaret kırıcı ve aşağılayıcı bir limit bu: Ölüm. Bu yüzden de sınırı olmadığını düşündüğümüz her şeyi severiz. Bu ölümden kaçmak için bir yoldur. Listeleri severiz, çünkü ölmek istemeyiz.”
(Umberto Eco)

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Dilek Erdem
Bağlantılar:
Eğitmen / Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version