Gecenin karanlığı koyulaşmış, yalnızların yürekleri derinlerinde kendi ışıklarını bulmaya dalmış, sesin çok, beklentinin yok olduğu saatler yaşanıyordu. Başını taşımak istemiyordu; boynu öylece bırakıverdi yastığın üzerine. Elinde telefonu, şöyle bir baktı görüşme geçmişine, derin bir iç çekip kapattı gözlerini.
Rehberinde binden fazla isim kayıtlıydı. Bazılarının arama sayıları öyle çoktu ki üçlü rakamlarla ifade edilirdi. Canının sıkıntısı içini yorarken, azıcık gönlünü akıtacak bir kişi bile yoktu. Boşuna mı sevmişti onca insanı, yoksa boş yere mi arıyordu onlarda çareyi? Özlediği günler vardı ve bu, onun çok mutlu zamanlar yaşadığını gösteriyordu. Keyifle sohbet ettiği, şen kahkahalarının yükseldiği, aydınlık geceleri olduğunu…
İçinde bulunduğu anı hissedemiyordu insan çoğu zaman. Ya hayallere uzanıyor, ya geçmişte dolanıyordu. Onu ana getirecek, orada olduğunu fark ettirecek dostlara ihtiyacı vardı. Dost bulamasa bile yakın arkadaşlar lazımdı; yanında olup onu anda tutacak, anı tatlı anılara taşıyacak. Bulmasına buluyordu da, elinde tutamıyordu. Hatalarına odaklanıp yazdıkça, kendinden uzaklaşıp soğuyordu. Belli ki oyun zor ve kuralları karmaşıktı. Kendini oyunun, dünyanın, hayatın dışında hissediyordu…
Yalnızlık emek ister; zahmetli ve gayretli zamanlardan sonra kaliteli ve seviyeli yalnızlık elde edilir. Ancak hızlı ve plansız yaşayanlar için yalnızlık zahmetli bir sınavdır. Öyle ki bazen içinde bulunduğu durumu, hak ettiği bir ceza olarak değerlendirir yalnızlıkta acı çeken.
İsmi ve içeriği ne olursa olsun, kişinin kendi ruhunu ihya ve abad etmesi, bulup bilip çözebilmesi kendiyle baş başa kalmasına bağlıdır. Ne kadar kaliteli bir hasbihal olursa kendiyle, o kadar güzel olur sonuçları. İnsan ruhu, sohbet ve muhabbette tatlanır. Kusurları, istekleri, korkuları, insana ait ne kadar ince detay ve sosyalliğe ait ne kadar dağınık ve kalın durum olursa olsun, en iyi hemdemiyle veya işdaşlarıyla, yaşdaşlarıyla, kan bağlı kan bağısız arkadaşlarıyla dertleşip hallaştığında, hale yola sokar. Mutlu sohbetlerde ayıklar yaptığı küçük hataları, mutlu muhabbetlerde hatırlar ihmal ettiklerini. Aslında hemhalinle sohbet, Pazar alışverişi gibidir; onca kalabalık, gürültü, ışık ve gölgelerde kendine lazımı seçip alır kişi.
Uzaklaşıyoruz kalabalık sohbetlerden. Daha geçerli sebepler gerekiyor toplanmaya, aynı şehirde birbirine yakın dostların bir araya gelmesine. Hele sosyal ağlar çıkalı, birbirinin yüzünü, sesini, kokusunu unuttu insanlar. Telefonun yer ve zaman bilgisini yok etmesinin ardından, beden başka yerde ruh başka yerde yaşanılıyor zaman.
Bir ay gibi bir zamanı, eşinin haberi olmadan başka bir işyerinde, başka bir şehirde geçirenler var. Başka bir ülkeye gidip dönenler var. Teknoloji neyi kolaylaştırdı dersek, eminim birçok hayırlı iş bulunur. Aynı zamanda birçok yanlış ve yorucu hareketi de kolayca yapılır kılmıştır.
Ödeme kolaylığı, harcama rahatlığı, isteklerin sınırsızlığı, durdurulmaz zamansız alışveriş ve esebilir bir hayat, özgürlük olarak takdim edilip bağımsızlığı çürüten bir eylemdir. Bizi, bizimle yalnız bırakan; bizdeki bizi bulmamız için olmalıydı. Şimdi bizi bizimle yalnız bırakan, kendi nefsi arzularımıza daha çok ulaşma keyfiyeti. Muhabbet etmek için bir araya gelen candaşlar, canlarını şarj eder, yorgunluklarını unutur, geleceğe nişan atar, hayal örer, tutunurlardı. Oysa şimdi işaret ve harflerle geçiştirip, bir an önce bir başına kalmaya çabalıyoruz. Daha fazla hayallere gömülmek, zararı gerçekte dokunan daha fazla sanala koşuşuyoruz.
Gençler, sanal oyunlar içinde kendi kişiliklerini bulmaya çalışırken, dünya gerçekliğinde yer ve zaman gereklerini sektiriyorlar. Yirmi yaş altı gençlerde iş bilinci, sorumluluk alma ve takibi, bilinçli motivasyon ve yetkinlik çok alt seviyelerde. Zaman kontrolü, iş takibi, iş bitirme ve sonuç verme neredeyse yok gibi. Bahaneleri de yok; “Oyuna takılmıştım.”, “Gece uyuyamadım.”, “Bu iş bana göre değil.” Birbiriyle temas etmeden, fikir alışverişinde bulunmadan, sadece kendi saklı dünyalarında anlık ve geçici doyumlarla çürüyoruz.
“İnsana insan lazım, içinin zehrini alacak,” derlerdi eskiler. İçinin zehri… Demek ki o zamanlarda da insan içine biriktirip, abı hayat çöplüğünü kokuşturuyor, zehir üretiyormuş sinesinde. Nihayet bir ruhdaşıyla hasbihal edip samimi dertleşince zehrinden arınıp şifa buluyormuş. En son ne zaman şifa bulduğunuz bir sohbet yaptınız? Neden peki kendimizi bundan mahrum bırakıyoruz?
Elbette bilinçli bir şekilde bireyselleştirme politikalarından. Son yirmi yılın en ciddi projesi ve başarısı, insanları tek varlık haline getirmek. Birbirinden beslenen, birbirini onaran, ihya eden yapıdaki insanı sadece kendi arzu, heves, zevk ve rahatına yöneltip onun etrafına dünya kurmasını ince ince işlediler. Anne karnındaki bebelerden başladı; sevdirip öpmeler, sarılıp kucaklamalar, nasihat, öğüt dilek gibi büyüklerin tecrübe ışıklarını kapattılar. Seni kitaplara, büyüklerini de yalnızlıkta karamsar programlara kilitlediler. Temas kesilince bağ zayıfladı, bağ zayıflayınca duygular öldü, nihayetinde sevgi ve saygının tükendiği yerde yalnızca menfaat ve hesaplar iş görmeye başladı.
“Aile işi çok sıkıcı, toksik ve boğucu, artık bir son mu vermeli,” diyenler… Aynı evde yaşadığı ailesinin fertlerini sokakta tanımayanlar, masraf gibi kabul görür sebepten değil; sadece görmek istemedikleri aile fertleri için kaçıp uzaklarda evlenen, barklananlar…
Nereye gidiyoruz, nereye kadar gidebiliriz? Sonu nerede biter, biz nerede bitiyoruz? Ne zaman fark edeceğiz, neden dur demiyoruz? Birilerinin önümüze hizmet sunması, kolaylık sermesi ilk anda bize ve bizim içinmiş gibiyse de uzun vadede kesinlikle kar yapan ve planı kuran içindir. Özgürce ve parasız kullandığımız iletişim rahatlığının aslında bizi teke indirip, sonra da teker teker indirmek olduğunu görmüş olmalıyız.
En yakınımızdan başlayıp yakınlaşma, paylaşma, sarılıp kaynaşma, zihinsel, ruhsal, fikirsel etkileşme yollarını aramalı, bulmalı, uygulamalıyız. Hava çok ısınıp çok soğuduğunda koca kayalar kuma dönüşür. Kültüre sonradan dokunulduğunda da milletler dağılır, küle dönüşür.
Artık şifa, birbirimizin varlığında, bakışında, yardımında, tadında, katkısında… Bunu bir an önce fark edebilmemiz dileğiyle…