Mutluluk üzerine çok şey söylenip yazılmıştır. Dışa dönük, hayatına yeni insanlar alan, yeni deneyimlere açık olan, konfor alanından çıkıp tutkularının peşinden gidecek kadar cesur insanların mutluluğa daha yakın olduklarıyla ilgili yazılan, söylenen şeyler dikkat çekecek kadar çoktur. Hatta çok insanla bir araya gelip sosyalleşen, eğlenen, vakit geçiren insanların daha uzun ömür sürdükleri hep duyduğumuz, okuduğumuz hatta izlediğimiz şeylerdir.
Mutluluğu dışarıda aramakla ilintili olan bu savlar, ne derece gerçekçidir; biraz durup düşünmek gerekir. Üzerimize aldığımız yüklerin, kederlerin çoğu insanlarla ilgilidir. Beklentiler, bunu takip eden hayal kırıklıkları; ailemizle, arkadaşlarımızla, aşk, evlilik hayatımız ya da iş hayatımızla ilişkilidir. Mutsuzluk; çoğu kez beklentilerimizin, isteklerimizin gerçekleşmemesi yüzündendir. Çocukluğumuzda, saf bir merakla gözlemlediğimiz ün, para, aşk, zenginlik; yetişkinliğimizde, istek ve tutkuya dönüşür. Bu yüzden çoğu insan, çocukluğundaki mutluluğu yıllarca unutmaz. Mutluluk denince aklına çocukluk anıları gelir. İhtiyarlık sebebiyle bunayan insanların yakın ve orta vadedeki yaşantıları yerine, çocukluk günlerini hatırlamalarını sadece tıpla açıklamak, gerçekten yeterli ve doğru mudur?
Bir insan, dışarıya ne kadar açılırsa içeriden o ölçüde eksilir. Mutluluğunu somut ve görünür olanda bulmaya çalışır. Bulamadıkça üzülür, hırslanır. İnsanın sabırsız tabiatı beklemeye uygun olmadığından bu arzularını hızla gerçekleştirmek için yanlış yollara sapar, yanlış insanlarla ilişki içine girer.
Hayata genel olarak akıllıca bakan insan, evrenin ne büyük tehlikelerle dolu olduğunu görecektir. Evrenin değişmez doğasıdır bu. Evren, felaketlerin içine doğmuştur. Savaşlar, salgın hastalıklar, doğal felaketler… en çok yaşanılanlardır. Bunun üstüne yoksulluk, açlık, sevdiklerimizin kaybı, doğduğumuz evler ve aile yaşantılarımız, doğduğumuz andan itibaren yanı başımızdadır. Bunun birkaçından şansıyla kurtulan insan, çoğunu bir şekilde yaşamak zorunda kalır.
İçeriden beslenen, dışarıyla bağı zayıf, iç zenginliğiyle huzuru yakalayan insanı; dış tehlikeler, kolay kolay yıkamaz. Böyle bir insan, yalnızlıktan sıkılmaz hatta yalnızlığından keyif alır. Diğer insanlara göre daha akıllıdır; mutlaka hayatını dolduracak, zenginleştirecek bir meşgalesi vardır. İnsanı dışarı salan can sıkıntısıdır, içsel yoksulluğudur. “Tabiat, boşlukları sevmez,” derler. Bu insanlar, içlerindeki boşluğu dışarıda yaşadıklarıyla doldurmaya çalışırlar. Bu bir kısır döngüye dönüşür. Dışarı kaçtıkça felakete uğrama ihtimali artar; yenilgileri, uğradığı ihanetler, hayal kırıklıkları, içindeki boşluğu büyüttükçe daha çok dışarı atar kendini.
Tamamen kendini izole edip insandan veya evrenden gelebilecek tehlikeleri savuşturarak bir hayat kurmak, çoğu insana tuhaf gelebilir. Ama bu gerçek, insanı pek çok olumsuz olay ve hislerden korur.
Çoğu insan, dış dünyayla ilişki içinde bulunma zorunluluğu olan bir yaşantı içindedir. Burada yapılması gereken kendini dışarıdan olabildiğince korumak; ama içsel olarak da zenginleşmeye çalışmaktır. Mutluluğun temel koşulu olan sağlıklı bir bünyeye ve zihne sahip olan, iç dünyalarını zenginleştirip kendini olabildiğince sakınan insanlar -tabii, akıllı ve becerikli doğmak şartıyla- mutluluğa ve huzura giden yolu kısaltır, daha ulaşabilir kılar.