Güneş doğmasın artık. Bir daha görmek istemiyorum dünyanın çirkinliğini. Gece kendi haliyle güzel, karanlıkları işte ben böyle seviyorum. Yalnızlık benim kaderim olsun, dünya sizlere emanet olsun. Alışkınım ne de olsa yalnızlığa. Baharda kışı beklemeye. Gerçi hiç baharım olmadı ki dünyadan yana. Dertlerden gözümü açıp da bakamadım hayata. Ne güzellikler var bir gün göremedim. Zaten şu fani dünyanın kuralı değil mi bu, dünyaya gelip de yaşamak yok mu? Bilmiyorum ben hissedemedim yaşamayı, kader desen gülmedi bir gün yüzümüze. Hep mutluluk hayalde kaldı. Bir umut oldu bizim için belki birazcık hayata bağlanma sebebi…
Hep gözlerimiz kan ağlamıştı, yüreğimiz kan derlerdi ya büyüklerimiz, gördüğün rüyayı iyiye san…
Ama şimdi ki gördüklerimiz rüya değil, gerçek hayatın acı gerçekleri ah… Gerçekler yok mu? Zaten bizi böyle dertli eden, dertlerin karşısında perişan eden, yine de bu kadar umutsuzluğun içinde bir umudum vardı. O da sendin, gerçek değildin belki düştün. Olsun yine de ben hep seni sevmiştim. Biraz böyleyiz işte, ben ve benim gibiler düşü sevmişiz öyle…
Öyle işte, kalırız yapayalnız. Belki bugün olur düşüncesiyle hayatımız hep böyle işte belkilerle dolu belkileri bekleyen karanlıkların yeni ufuk yolcusuyuz.
Belki…
Belki sizin hiç “belki” niz bile olmadı, hep kazandınız belki. Oysa bizim de kazandığımız yönlerimiz vardı ve diğer yönlerimiz.
Kaybetmeye alışmışız biz. Bir gün bir dostumuzu, bir gün bir hayalimizi, bir gün bir umudumuzu…
Ve yine bir gün kaybetmişiz kendimizi, kendi benliğimizi. Biliyorum aslında sebepler neden gerçekler kimin yüzünden, doğrusu bu ya; hep çektiklerimiz sizden.
Ha bir de unutmayalım.
Mutluluk çok uzak bizden…