İçinde yaşadığımız, yaşam alanı mıdır, Hayat? Yoksa, dört duvar arasında yaşanılan ya da yaşanılmaya çalışılan bir odanın varlığında yok oluşlarda zamana direnmek midir?
Bir gülüşün içinde kaybolan gözler arasında içe atışlar mı?
Anlatamadıklarımız arasında atlatamadığımız anlaşılmayışlar mıdır? Bir nefesin, vereceği umut.
Bizler umutlarda mı yaşıyoruz? Yoksa olmadık ümitlerin peşinden mi koşuyoruz?
Bazen öyle hissediyorum ki bir çemberin içindeyim. Ama içinde miyim? Dışında mıyım? Belirsiz.
Yaşanılan hayatın aslında hep bir belirsizlik içinde olduğu bilinciyle.
Yokluktan varlığa doğru varlıktan da yokluğa doğru, bizleri kendi yolunda yürüteceğini.
Bazense koştura koştura varamayacağımız bir yolun çıkmazında olacağımızın gerçekliği içinde kendimizi hep bir, atlatmakta bulunduran, bizler değil miyiz?
Geçmeyen geçişler ister gibiyiz. Geçişlerin, geçişlerinde. Ulaşılmayacak bir varlığa erişmek misali.
Gerçeklikten uzak oldukça aslında hep bir savruluşun içinde nefesi almak değil de bir nefsi yaşamak gibi bir hal almıyor mu hayat?
Hayatın sunuşlarında soruları hep ona yöneltirken kendimize soru sormamamız sorunun en büyük kaynağıdır.
Ben, Sen, O…
Aslında hep bir benlikten ortaya çıkan sorunların nedeni kendimize sormaya yöneltemediğimiz sorulardan biridir.
O halde parmağımız bakışlarımız arasında, hep karşımızdaki insanı gösterirken biz ne kadar haklıyız?
Mutluluk, hadi mutlu olayım diye, yaşanılacak, bir durum değildir. Çünkü, kendime ‘‘mutlu muyum’’ sorusu, yönelttiğim anlarda hep bir altta yatan, mutsuzluğun gün yüzüne çıktığını görüyorum.
Bazı şeyleri yaşamanın dışında görmemiz için bakmaktan da ziyade kendimize soruşlarda cevaplarda alacağız.
Tüm bu anlattığıma ve yazmaya çalıştıklarımı anlatan çok güzel bir söz geldi aklıma.
‘‘İnançlarımızı, umutlarımızı, gerçekle aramızdaki bu küçük yanlış anlamalar, sayesinde kurarız ve mutluluk oyunu oynayan, yoksul çocuklar gibi, ekmek kırıntılarına, pasta diyerek, yaşarız.’’
(Huzursuzluğun Kitabı – Fernando Pessoa)
Evet işte tam da böyle bir şey bize ait olmayan bir şeyin gerçekliğinin üzerini örtmelerimizde kendimizle oynuyoruz, kendimizi kandırışlarda bir bir gerçeği bilerek ama bilmezlikten gelerek.
Olsun da, nasıl olsun? Ama benim olsun deyişlerde benlikten çıkamadığımız her an ben, sen, o. Biz olamadığımız birlikte hep bir mutsuzlukta yaşayışlarda olacağız.
Olmayan gerçekliğin yolunda adımlarımız düşünceler arasında ne kadar doğru atılır.
Akıldan çıkmayan düşleyişlerle bir fotoğraf karesine verdiğimiz mutluluk pozlarından başka ne olabilirdi hayat.
Mutluluk sunuşların karşısında bazen susmaktır. Birilerine göre bazense konuşmak, bazen yürümek, bazen koşmak, çelişkisinin içinde hep bir duraksamalar arasında bir şey olmaz diyerek adımlamak.
Varılamayan yolda çıkmaza girince yanlış yola girmişim diyerek kendini rahatlatmaktır.