Ne baharlar ne yazlar ne kışlar, gitmez dediğimiz her şey biter ve gider. Belki de çoğu zaman yaşadıklarımız ağır gelir, tam bitiyor derken yeniden başlar. En uzun gecelerin en kısa gecelerin gelip geçtiği, ekinoksların, gelgitlerin.
Yağan yağmurların yüzlere damla damla dokunurken yağmura meydan okuyup defalarca kendi etrafında dönüp kahkahalar atarken mutluluk duyduğun anın kolları arasında kaybolup gitmek var. Islak sokakların, buğulu camların ardında yolların anlatamadığı izlerin, şemsiyelerin bile gizleyemediği gözyaşları, hayaller kurup uzaklarda bırakılan her ne varsa ise dökülür düşüncelerin iliklediği, zamanla yok olan yüreklerin içine çiseleyerek, şarkıların son ses çınladığı hatırası olan her bir köşenin bir anlamı vardı. Şimdi ise ne baharı bekleyen var ne de kışı.
Bahar da açan çiçekler susuz kalınca erken solar, yeşerince dalında yapraklar, süsler boyundan aşağı gülücükler. Sonra bir fırtına kopar, kırar dallarını ağacın ve başlar ondan sonra yaprakların birer birer ağlaması. Kışın da bu olanlara nazaran pek iyi bir manzarası kalır mı hiç onca güzel düşlerin bir anda buz kesilmesi ve yağan karların gökten donmuş bakışların ve yorgun ruh hallerini yansıtacak şekilde, soğuk ve yerlerde bekliyor olmanın endişesi içinde. Ne kadar bembeyaz olsa da kapkara toprağı diriltip yok olacak kendi etrafında. En uzun süren ve en çok zor denilen bitişlerin, erimek için vakitsiz ve üzgün uzunca bekleyişlerin tam da bu evrede gerçekleşen ve artık hiçbir anlamı kalmayan artık ne baharlara ne de yazlara selamı olmayandır kış.
Bu gelip giden yaşadıklarımızın bir özeti ve biz bu döngüde bir şeyler yaşayıp bir şekilde bir şeyler öğrenip, hayat karşısında iyi veya kötü izler bırakıp gideceğiz.