Bazen okumamak, yazmamak, topluma fayda sağlayıp iyi işler bırakmamak isterdim.
Bazen de başkalarının acılarına acıyıp, başkalarının üzüntülerine ortak olmamayı isterdim.
Yine başkalarının yaptığı hataların bedelini, yakınlık derecesi ne olursa olsun, bir adım öne değil de geriye atarak bu sefer bedelini hata işleyenin ödemesini isterdim.
Geceleri uykumu kaçıran, gelecek bir nesil için mücadele etmekten uzak, boş bir zihne sahip, hiçbir şeyi sorgulamayan, yalnızca bir akasya ağacı gibi yaşayıp en sonunda kuruyup ölmek isterdim. Yahut başkalarına nispet olarak birkaç söz sokmak için sosyal mecralarda IQ seviyemi belirleyen paylaşımlar yapıp yaptığım her cehaletimi bütün çevreme göstermek, var olan paramı dostu düşmanı çatlatmak için—sanki çok da umurlarındaymışım gibi—birilerinin gözüne sokmak isterdim.
Ya da bir fabrikada sabah sekiz, akşam beş çalışıp, akşam eve gelince bir kıraathane köşesinde gece yarısına kadar zaman öldürebilir, hayatımı bir kum saatinin içine sıkıştırıp yalnızca daraltılmış bir zihnin içinde daraltılmış bir hayatta yaşayabilirdim. Veyahut birilerine yağ çekip, rüşvet verip bir belediye veya kamu işine girerek iş yerine gitmemek için birilerini araya sokup aldığım parayla bir süre sefa sürebilir; baba paramla aldığım son model—veyahut modeli çok da önemli olmayan—konforlu bir arabayla, son ses müzik eşliğinde ve son süratle toplumun olduğu yerleşkelerde hız yaparak bu tarzda da yaşamaya çalışabilirdim.
Bu hayatta böyle de yaşanıyor, diğer türlü de. Hem belki o zaman düşüncemiz, duruşumuz daha kıymetli olurdu.
Ama bana acısız bir hayat, tepside sefa, dostta vefa gibi mükâfatlar biraz zor gibi. Bakarsanız, kimsede de bunun yokluğu üzerine şikâyet eksik olmaz dillerinde.
Fakat okuyan, araştıran, sorgulayan adamın zihninde hep bir kaos, hep bir savaş, hep bir dövüş var. Düşüncesi ona rahat vermez. Kafasının içi, en rahat minderde bile oturmasına müsaade etmez.
Kalabalıklar içinden kaçan, fazla gürültünün olduğu ortamlardan hoşlanmayan, herkesin hararetle konuştuğu alanlarda durmaktan haz almayan ve birine kızınca eline kalemi kâğıdı alan biri olmak—bizim için bir seçimden çok, bir yaşam koşulu gibidir.
Olsun, yine de şikâyetçi değiliz. En azından ben değilim. Yalnızca kırgınım. Bu kadar uğraşıp düzeltmeye çalışırken, her şeyi basit şekilde dağıtanlar ve hayatı bir akasya ağacı gibi yaşamak dışında bir amacı olmayanlar beni üzen gelişmelerdir.
Çünkü kaygı yok. Kuruntu yok. Düşünecek bir şey yok. Yedi ölümcül günahtan başka bir şey için yaşamazlar.
Bütün bunların dışında, bir de eleştiri adı altında dalga geçen, aşağılamaya çalışan, birilerinin başarısında —benim başarımda— bir kibrit çöpü kadar katkısı olmayıp kendini ortak eden ya da etmeye çalışan şahsiyetler gibi de olabilirdim.
Ama olmadım. Olmayacağım da.
Neden mi olmayacağım?
Çünkü biz ölünce evlatlarımız —nasip olursa bizi anlayan dostlarımız, eşimiz, kan bağı dışında akrabamız— bizler için:
“Babamız, arkadaşımız, dostumuz bizim için adamdı.”
diyecekler.
Benim için “O adamdı.” diyecekler.
O, en azından bir şeyler yapmıştı diyecekler. Bu bile bir şereftir.
Onun dışında, kimsenin hayatını kıskandığım, kimsenin acısına güldüğüm, kimsenin başarısını kurcaladığım yoktur.
Herkese hayatında başarılar; herkesin mağarasında mutluluklar dileyip, bizim de dünyamıza müdahale edilmemesini—müdahale dışında aynı şartları yaşamadan yorum yapılmamasını—temenni ederim.
Kalın sağlıcakla…