Kendime geldim bir sabah. Uyandığımda her şey yerli yerindeydi. O bulanıklık, altüst eden his dağılmış. Bu kadar net görmemiştim çevremi, kendimi.
Garipsedim. Öyle alışılagelmiş yaşamışız ki zihin yorgunluğunu… Kararsız kalmadan, acabasız yaşamadan geçmemiş zaman?
Birbirimizin evi olmuşuz, tanışmışlıklarımızı ağırlarken içimizdeki o küçücük göğüs kafesinde. Evi, insanın en rahat mabedidir bu yeryüzünde. Peki gerçekten rahat mıydık, birbirimizi ağırlarken ömürlerimizde.
Ben, ne zamandır sendeydim? Yorulmuş değilim ama zaman beni yaşlandırmış. Yaşlılığın ağırlığından mı bulanıktı tüm gördüklerim yoksa? Yoksa sen yorulma diye, senin adına kendi kendimi teselli ettiğim zamanların vermiş olduğu yorgunluk mu bulanıklaştırdı?
Bakınca görememek, bu yüzden miydi?
Kaçmak değil, kalmak istediğimden bu çırpınışlarım ama sanırım senin pencerenden farklı bir seyre sebep oldu.
Yanlış anlaşılınca n’olurdu ki? N’olurdu kalsaydım sende?
Ben alışmışken kör yaşamaya… Kabullenmişken bunca şeyi.
Beni alaşağı etmen… Haksızlık değil mi? Vicdansızlık değil mi?
Bazen görmek istemeden yaşamak istiyor olmak… Günahkar mı yapardı beni? Hislerimi? Gerçeğimi?
Bulanıkken her şey daha güzeldi. Netlik kör etti gözlerimi. Sahi ne zamandır sendeydim ben ki, reddettim tüm gerçekleri?
Ne yaşatır beni bu alemde biliyor musun ey sevgili; Kafamın içindeki o düşünce, o körlük yaşatır.
Güçlü olduğuma bakma. Güçsüz kalmak istiyorum. Beni evinde ağırlasana.