Yine bir dertleşme yazısı ile karşınızdayım. Eminim hepiniz içinden “Eskiden insanlar daha mutluydu!” diye geçirmiş ya da etrafınızda ki özellikle orta yaş üstü insanlardan bu serzenişi pek çok kez duymuşsunuzdur.
Gerçekten benim gibi 40-45 yaşını deviren insanlar, özellikle Z kuşağı adı verilen genç kesimin derin bir mutsuzluk içinde olduğunu üzülerek gözlemliyoruz. Sadece ülkemizde değil tüm Dünya ülkelerinde de her yaştan insanın giderek yalnızlaştığı ve mutsuzlaştı aşikâr. Peki bunun nedeni ne? Son zamanlarda bu soruyu kendi kendime çok sık sorar oldum.
Her zaman olduğu gibi cevap için önce eski ile yeni arasında nelerin değiştiğini listelemek gerekiyor sanırım.
Bildiğimiz ilk gerçek, 40 yıl önceki nüfus ile bugünkü arasında muazzam bir artış olduğudur. Üstelik şehirleşme ile birlikte bu nüfus belli bölgelere toplanmış durumda. Nüfus artışı, beslenmeden barınmaya hemen hemen her konuda dünyayı kötü etkileyen önemli bir konu zaten.
Bunun dışında içinde bulunduğumuz çağ adı üstünde dijital çağ. Bu yüzden birbirleri ile etkileşim içine giren insan sayısı da çok hızlı bir şekilde artmış durumda. Bırakın kıtalar arasını eskiden insanlar komşu kasabalarında olup bitenleri haftalar sonra öğrenirdi. Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele filminde Altan Erkekli’nin o meşhur repliği hatırlayalım.
“Biz duyduğumuz bir havadise şaşırdığımız zaman büyük şehirdeki insanlar çoktan unutmuş oluyor. İşte Vizontele buna son verecek.”
Bu pek çok şeyi anlatıyor aslında. Gelişen iletişim cihazları sayesinde artık her an her şeyden haberimiz oluyor. 40 yıl önce herkes kendi yöresel sorunlarıyla baş edemezken şimdi bir an da tüm dünyanın sorunlarını görmeye başladık. Her gün tekrar tekrar izliyor ve kahroluyoruz. O kadar çok sorun ön plana çıkınca meydana gelen güzel şeyler sanki su da eriyen bir şeker misali görünmez oluyor. Bu suyun tadına bakma şansı yakalayanlar ya da doğrudan etkilenen insanlar dışında kimse onun tatlı olduğunu bilmiyor.
Şimdi bu açıdan bakınca birde Z kuşağının yerine kendimizi koyalım. Hayatlarının baharındaki genç kuşağın gördüğü tek şey sadece bu olumsuz, kara tablo. Bu bilgi kirliliğine maruz bırakılan gençlerin ilk tepkisi de doğal olarak UMUTSUZLUK oluyor. Gelecekten bir beklentileri kalmıyor. Tembelleşme başlıyor ve en kötüsü yaşama arzusu azalıyor.
Bırakın gençleri, bu kadar olumsuz söylem karşısında yaşlı kesim dahi zaman içinde yıllarca verdikleri mücadele ve çabaları için pişman oluyorlar. Gençlere tavsiye vermeyi bırakıp onlar da kendi iç dünyalarına çekiliyorlar. Bu noktada gençler de zaten her şeyi bildiklerini farz ederek kesinlikle akıl alma ihtiyacı hissetmiyorlar. Bu yazıyı okuyan özellikle elli yaş üstü insanlara sormak istiyorum. En son ne zaman bir genç gelip sizden tavsiye vermenizi istedi. Biliyorum çok acı verici ama artık kimse kimsenin fikrini, tecrübesini önemsemiyor.
Bu önermeler üzerine tek bir sonuç çıkıyor. Günümüzde dünyanın en zeki ve mental olarak en güçlü insanlarının bile taşıyabileceklerinden çok daha fazla bir bilgi yüklemesi gerçekleşmekte. Doğrularla yanlışlar birbirine girmekte. Bu da temelde zaten kırılgan olan insan oğlunun, yaşam direncini kaybetmesine sebep olmakta ve “SADECE ÜZÜLEN VE HİÇBİR ŞEY YAPMAYAN” insan toplulukları meydana gelmektedir.
“Peki bunun çaresi ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Çok basit. Uzaklara değil çevremizdeki sorunlara odaklanarak yaşam kalitemizi artırmaya çalışmalı ve elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmeliyiz. Milyonlarca yıldır yaptığı gibi hayat, kendi akış yolunu bulmaya devam edecektir. Bu her derdi çözme istediğinden kurtulmadıkça, üzerimize çöken tembellik hastalığımızı da asla yenemeyiz.
Her şeyi bilmek zorunda olduğumuzu da kim söyledi ki…