Nedenini bilmeyiz! Nedense, hakim olmadığımızı varsayarak; bazen geçmişi bazen de geleceği sorgular dururuz kafamızın içinde. Acımasızca irdeleriz nedenini, nasılını. İnsanı en çok yoran şey çoğu zaman kendi içinde çözümleyemedikleridir. Uğultulu bir zihin insanı kemirir ve içten içe bir elma misali çürür gibi hissederiz. Ne yapmalı, bu durumdan nasıl sıyrılmalıyız?
Kendimden örnek vermek gerekirse; Ben çok karışık ve kötü hissettiğim durumlarda önce kendi kabuğuma sığınır bir müddet zihnimi dinlendirmeye çalışırım. Uyumak ya da huzur veren bir müzik dinleyerek yazmak, duygularımı ve o anda ki düşüncelerimi aklımdan savuşturmak için, yenilenmiş hissedebilmem için yeterli gelir. Sonrasında ise içimi adeta bahar meltemleri esmişçesine rahatlık kaplar. Her zaman zihnimi arınmış ve huzur dolu hissedebilmem bu kadar kolay olmuyor tabi ki. Kafamızın içindeki çoğu duygunun altında birikmişlikler yatıyor ve ilk bulduğu delikten de ansızın sızıveriyor. Sanki beklemediğimiz bir anda küçük kardeşimiz gelip su dolu sürahiyi halının ortasına döküyor ve temizlemesi, annemiz görmeden bize düşüyor.
Acımasızca geçen yılların bize her zaman deneyim katması bir yana diğer yandan da yıpranma ve doğal olarak da tahammülsüzlük olarak yansıması kaçınılmazdır. Günlük rutinimizde farkına varmadan da bu çöküşü yaşıyoruz aslında. Düşünün ki zor geçen bir günün ardından kendinizi eve attınız, ilk olarak ne yapmak istersiniz?
Evet evet sesinizi duyuyorum sevgili okurlarım!
Tabi ki güzel bir duş, enfes bir yemek, belki yorgunluğu atmak için bir kadeh eşliğinde fonda sevdiğiniz müzik dinletisi. Eş ya da sevdiğiniz bir kişi ile yapılan hoş bir sohbet. Hele ki yanımızda bize: “Günün nasıl geçti” diye soran biri varsa; emin olun ki bu her şeye değerdir. Paylaşmak insana iyi gelir. Hayata dair olan her şey paylaşıldığı müddetçe artar ya da azalır. Sevgi ve ilgi görmek insani bir ihtiyaç olduğu için hepimiz buna ömür boyu gerek duyar ve bekleriz. Aşılmaz sanılanlar, olmaz denilenler bir bakarız olmuş. Hayat bu ne olması beklenenler olur ne de olmaz sanılanlar…
Kalp sesi, hayatın çilesi, imkansız görünenler ya da bize öyle gelenler!..
Uğraşmak istemeyip de uğraşmak zorunda olduğumuz sıradan ve rutin olan her şeyi gözümüzde büyütür yapmamak için; imkanlarımız el verdiğince öteleriz fakat hayatta ötelenemeyecek şeylerinde olduğunu bilerek hareket etmemiz gerekir. Bazı durumlarda zamanı geriye döndüremeyiz, dönüp baktığımızda canımızın yanmaması, “Ahh, vahh” dememek için; önümüzdeki her ne ise ertelemeden hayata geçirmemiz gereklidir. Klişe gibi gelse de hakikat şudur ki; Hayat daha doğrusu yaşamak ‘An’ dan ibarettir. ‘An’ı yaşayamamak ya da kaçırmış olduklarımızın farkına sonradan varmak bize şimdiki zamanda hiç bir şey katmaz. Bilakis hayıflanmakla yine içinde bulunduğumuz an’ı kaçırmaktan başka işe de yaramaz.
Yaşamak ve hayatı kendimiz ve yakın çevremizdekiler içinde kolaylaştırmak, asıl bakış açımız olmalı diye düşünüyor ve ona göre yaşamaya gayret ediyorum kendi adıma. Açıkça itiraf etmem gerekirse de; Ben bunu hayatıma geçirmekte epey zorlandığımı söyleyebilirim sizlere. Ömrüm, sürekli doğruyu yanlışı sorgulamakla ve her daim kendimde kusur aramakla geçti bazı konularda. Oysa “Ben” odaklı olarak yaşamak asla bencillik değil tam tersine bir dik duruşun ifadesidir. Özümsedim ve artık daha mutlu ve huzurluyum açıkçası.
İnsan değerini kendisi belirliyor, bunun sonucunda da hayat güzel ve gerçek olan yüzünü daha kolay gösteriyor.
Farkında olmak en büyük farkındalıktır. Bilinçli ve donanımlı bir birey olabilmek için önceliklerimizin sıralamasını yapmalı ve bir takım sistematik kurallarla kendimizi donatmalıyız. Geçmez sanılan zaman geçiyor ve bizler nasıl geçtiğini anlayamadan ömürde sona doğru hızla yaklaşıyor. Bu durumun farkında olduğumuzda ise panik halinde zamanın ve kaçırdığımız şeylerin peşi sıra koşmaya çalışıyoruz. Yakaladığımız da oluyor yakalayamadığımız da oluyor elbette.
En çok canımızı yakan ise bir defa daha elimize geçmeyeceğini artık bildiğimiz fırsatlar ve hayatımıza zamanında dokunan ve bizim zamanında dokunmamız gerekenlere gerekli özeni gösteremediklerimiz oluyor.
Zamanın acımasızlığını aynaya baktığımızda da görüyoruz. Kendimize konduramadığımız ilk kırışıklıklar, ilk beyazlayan saç telleri, birer birer göz kırpmaya başlıyor bize. Aynaya bakarken tek gördüğümüz değişmeye başlayan yüzümüz ve bedenimiz değil elbette, içimizin röntgenini çekmiş gibi gözlerimiz anlamsızca bakınıyor etrafa. Bildiğimizi sandığımız ya da bilmezden geldiğimiz her şey teker teker kendini göstermeye ve bir cevap aramaya başlıyor.
İşte tam da şimdi şu an da başlıyor bir çok nedensiz sorgulama!
Henüz otuzuma yaklaşmadan böylesine değerli bir yazıya denk gelmiş olmak tarifsiz bir duygu hissettirdi.
Teşekkürler
Ben teşekkür ederim 🙏