Ömür dediğimiz şey ne kadar? Ne kadarını yaşadık, ne kadar kaldı geriye!.. Neleri daha sığdırabileceğiz yaşamayı ümit ederek bilemiyoruz…
Bizden geriye bırakacağımız bir şeyler varsa şayet yaşadığımızın, hayatın izi olarak kalacak. Ya bir evlat canımızdan kanımızdan, ya bize ait bir eser, ya küçücük de olsa yapılan bir hayır, baktıkça hatırlanacağımız ruhumuza okunacak bir Fatiha’ya sebebiyet verecek bir parça yaşanmışlık…
Geçen yılların ardından bakıp da iç geçirmek, ömrüne eşlik edenlerin birer birer yok olması… Kokusuna sesine, tenine hasret kaldıklarımız. Neredesiniz?
Hayat geçiyor, istesek de istemesek de akıyor zaman. Geriye döndürme şansımız yok maalesef. Bazen önümüzdeki zamanın ne kadar olduğunu bilememek hüsrana sürüklüyor bazen de geçmişin yaşanmışlıkları gözümüzün önünde beliriyor. Keşke bir “zaman makinesi” olsa ve bizi istediğimiz zamana geri götürse. Mesela bir tuşa basarak istediğimiz zamana gidiversek!..
Ben çocukluk yıllarıma giderdim hiç şüphesiz , yedi ya da sekiz yaşlarında küçük bir kız çocuğu olduğum o eşsiz yıllara… Arkadaşlarımla sokakta ip atlayıp seksek oynadığım, yakan toplarda vurulmamak için bir o yana bir bu yana zıpladığım , yorulunca apartmanın merdivenlerinde oturup sohbet ettiğim o yıllara. Bizler şanslı çocuklardık kesinlikle, o yüzdendir ki şimdiki çocuklara hiç özenmem, hatta üzülürüm. Ne kadar çok şeyin tadını hiç bilmeden bu dünyadan geçip gidecekler, gerçekten doğal bir ortamda çocuk olmanın güzelliğini hiç yaşayamadan. Zaman geçiyor dünya değişiyor, değişmeyen tek şey “değişim” muhakkak, çok doğru evet. Her şey değişim içinde; hayatımız, alışkanlıklarımız, bakış açımız, örf adetlerimizi unutarak güya modern hayata ayak uydurmamız… Bireysellik, özgürlük adı altında yapılan her şeyi görsek de aldırmayışımız, anormal olan her şeyi kolaylıkla değişen zamana ayak uydurma adlederek hoş görmelerimiz. Bizi nelerin etkisi altına aldığını çok iyi analiz etmeli ve kendi değerlerimizden vazgeçmeden onlarla bütünleşmeliyiz.
Ahh çocukluğumuz!.. Ne güzel günler yaşamışız bizler, ne kadar güzel oyunlarla süslemişiz o tozpembe yıllarımızı. Sokak oyunlarının tadı bir başka güzeldir; saklambaçlar, ip atlamalar, seksek oynamalar, arkadaşlarla binilen bisikletler yapılan koşu yarışları. Unutamadığım şeylerden biride salıncakcı amcadır. Hani şu kol gücüyle çevire çevire hareket ettirerek zincirlerle tutturulmuş altı kişinin en fazla sallanabileceği seyyar salıncaklar… Mahallenin köşesinde görüldüğü anda koşa koşa sıraya girerdik sallanmak için. En fazla dört tur attırırdı yaşlı ihtiyar amca kol gücüyle çevirdiği salıncakları. Salıncak keyfimiz bitince biraz dinlenip başka oyunlara tutunurduk. Sevdiğimiz oyunlardan bir diğeri de “Sessiz Sinema” oynamaktı. Gruplar halinde ayrılarak apartmanlarımızın girişinde oynanırdı genellikle bu oyun. O yıllarda çocuk olmak güzeldi, şanslı çocuklardık biz. Ağaçlara tırmanmayı da bilirdik uslu uslu oynamayı da. Annemle birlikte misafirliğe gideceğimiz zaman, annem (okumayı çok sevdiğim için) bana hep kitap alırdı, annemin yanına oturur sessizce kitabımı okurdum. Misafirliğe gittiğimiz de çok akıllı bir kızdım. Tek kusurum, kitabım biter bitmez hemen eve gidelim diye anneme rahat vermememdi. Okuma aşkım daha ilkokul birinci sınıfta başladığından pek çok klasiği bile daha ortaokulda iken bitirmiştim.
Benim çocukluk yıllarımda masumiyet vardı, büyüğe saygı vardı. Şimdikilerin yaptığı gibi umursamazlık yoktu. Büyüklerimizi ayakta gördüğümüz zaman hemen yer verirdik, zamane gençlerinin birçoğu gibi daha fazla yayılıp gözlerinin içine baka baka oturmaya devam etmezdik. Gelen günler gidenleri aratmasa keşke ama maalesef bu gidişatla daha birçok değerimizi yitireceğiz.
Günümüzde her şey tamam hoş da, neden kendimiz gibi olarak modernleşmiyor, neden olduğumuz gibi çağı yakalamıyoruz? Toplumsal olarak dejenere olmaya ne kadar meyilliymişiz meğer!..
Eskiler hep derler ya; “Hey gidi eski günler heyy” diye, hak vermemek elde değil. Megastarımız Tarkan bile demiyor mu:
Biz çocukken ne güzel çiçekli kırlardık.
Biz çocukken rengarenk düş kanatlı kuşlardık.
Bir masalda saklanan günahsız melekler,
Çok uzakta kuytuda suları berrak pınardık.
Biz her mevsim yazdık, hep aşk hep sevdaydık.
Her gün döndü dünya, kimdik kim olduk.
Biz her mevsim yazdık, hep aşk hem sevdaydık.
Her gün döndü de dünya kim kim kim olduk.
Asla bitmez hayatta güneşli, yarınlar,
Her yürekte yaşayan bir çocuk varsa umut var.
Biz her mevsim yazdık, hep aşk hep sevdaydık.
Her gün döndü dünya, kimdik kim olduk.
Biz her mevsim yazdık, hep aşk hep sevdaydık.
Her gün döndü dünya, kimdik kim olduk.
Biz her mevsim yazdık, hep aşk hem sevdaydık.
Her gün döndü de dünya kim kim kim olduk.
Bir kırık ayna tuttu güldü halime zaman,
Bak dedi işte bu senden geriye kalan,
Bir gölge gördüm solgun yılların yorgun izi,
Ah dedim hayatın elinde biçare insan.
Biz her mevsim yazdık, hep aşk hep sevdaydık.
Her gün döndü dünya, kimdik kim olduk.
Biz her mevsim yazdık, hep aşk hem sevdaydık.
Her gün döndü de dünya kimdik kim olduk.
Bu şarkıyı çok seviyorum ve anlamlı buluyorum. “Kimdik kim olduk” bütün düşünmemiz gereken bu bence. Bizler örf ve adetlerine bağlı olarak yetiştik ve bununla gurur duyduk, umarım Türkiye’mizin batısından doğusuna rengârenk bir kültür zenginliği içerisinde oluşumuzun farkındalığını her kuşakta yansıtan nesillerin yetişmesine katkıda bulunmak için elimizden geleni yaparız.
Neredesiniz!.. Eski güzel günler?
Neredesiniz!..
En güzel günlerimizin gelecek günlerimiz olması dileğiyle, sevgiyle kalın.