“Havalar da serinledi”,
“Pastırma sıcakları kapıda”
“Bu havaların durumu ne olacak böyle?”
Ortamı ısıtmak için ne çok sorulur değil mi bunlar? Bir iş görüşmesinde “Burayı kolay buldunuz mu?” sorusundan sonra yeni tanıştığınız birinden bekleyebileceğiniz soruların başında “Memleket nire?” gelir.
Genelde taksi veya dolmuş şoförleri de sohbet açmak istediklerinde bu favori soruya başvururlar. Ben çocukken ve ergenlik çağlarımda hep “İstanbulluyum.” cevabı verirdim. “İstanbullu olmayı” bir prestij göstergesi sanırdım. Doğma büyüme İstanbullu olmaya önem atfederdim. Karşımdaki ısrarla “Baban nereli? ya da “Memleket neresi?” diye sorduğunda buna bir anlam veremezdim. Biraz da sinirlendirdim. “İstanbulluyum işte!” Halbuki adamcağız kafasında seni bildiği bir konumla bağdaştırmak istiyor. İstanbulluluk yani kartpostallarda kalan o eski “İstanbul Beyefendisi, Hanımefendisi” imajı bu insan için bir şey ifade etmiyor. Bağ kurabilmesi için köklere inmesi gerekiyor. Seni merak ediyor. Bense bu konuya yetişkinliğimin başlarına kadar hiç ilgi duymadığımı fark ettim. Sonra kendime şu soruları sordum: “Peki ben köklerimi neden merak etmiyorum?” ve “Bu tip sorular neden benim canımı sıkıyor?”
Sonra sonra bana her “nerelisin hemşerim?” diye sorduklarında papağan gibi “Ben doğma büyüme İstanbulluyum. Ama baba tarafım Sinoplu anne tarafım Çerkez” demeye başladım. Çocukluğumda ailemle sıkça Kafkas derneğinin balolarına gitmişliğim vardı. Anneannem rahmetli Çerkes düğünleri ve meclislerinde kendi kendine öğrendiği akordiyonu çalarmış. Tevekkeli değil her Kafkas marşı duyduğumda içim kıpır kıpır olur danslarına eşlik etmek isterdim o eğlencelerde. Nedense “Karadeniz damarım” da ilk defa yirmili yaşlarımda Batı Karadeniz kültür turuna çıktığımda kabardı. Sinopluyum demek yetmiyordu. Neresinden? Boyabat? Boyabat’ın neresinden “Kovaçayır Köyü” “Karadenizlisin demek toprağım” Bu diyaloglar o kadar çok tekrarlandı ki artık bunları kanıksadım.
Türkiye’nin en mutlu kenti, Diyojen’in memleketi Sinop, Barış Akarsu’yla özdeşleşen Amasra, UNESCO dünya miras listesindeki Safranbolu, “Gastamonu gastamonu dep dep dep”, tur otobüsünde yol boyunca dinlediğimiz ve coşkuyla eşlik ettiğimiz Kazım Koyuncu “Uy Aha” ve Fuat Saka “Rapatma -Livera”…Giresun da dahil Karadeniz’i epey gezmişliğim var. Bir sonraki rotam Doğu Karadeniz…
Kan çekiyor dedikleri şeyde bir gerçek payı olsa gerek. “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı” ve “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Bu özlü sözler, atasözleri ne demek istiyor anlamak ve özümsemek için biraz zihin egzersizi biraz da İngilizce’de “Soul-Searching” dedikleri bir iç değerlendirme yapmak gerekiyor. Konunun genetik, epigenetik boyutu bir yana olaya Carl Gustav Jung’un “Kolektif Bilinçdışı” boyutundan da bakmak gerekebilir.
İşte böyle. Sonuç olarak “Nerelisin hemşerim?” sorusu epeydir en sevdiğim soru. Biri sorsa da atalarımdan başlayarak gezdiğim gördüğüm toprakları, şehirleri uzun uzun anlatsam diye iple çekiyorum artık. 🙂
Sevgiyle kalın…