Abdal, bozlak, bağlama…
İşte bu üç hazine ile bütünleşerek 1938 yılında Kırşehir’in Kırtıllar köyünde dünyaya gözlerini açan Neşet Ertaş; abdallık, bozlak ve bağlamanın adeta simyası olmuştur. Bu üç ata mirası onu anlamamıza yarayan en önemli unsurdur.
Bir aşiret çocuğudur Ertaş. Kırtıllar köyünün neredeyse tamamı Abdallardan oluştuğu için köy Abdallar olarak da anılır. Babası abdal müzik geleneğinin en önemli temsilcilerinden saz ustası Muharrem Ertaş, annesi ise Döne Ertaş’tır. Yedi kardeşin ikincisidir. 20.yy’ın ikinci yarısında Orta Asya’dan Anadolu’ya yüreklerinden dillerine dökülmüş tarifsiz bir bozlak ve yanlarından hiç ayırmadıkları sazları ile göç etmişlerdir. Onlar hem aşık hem de derviştir… Sosyo-kültürel açıdan Türk müzik tarihine önemli katkıları olmuştur. Müzik adeta abdallar için bir nevi ibadettir. Söylemek istediklerini konuşarak değil sazları ve bozlakları ile anlatırlar. İşte küçük Neşet böylesi paha biçilemez bir mirası geçmişten günümüze hem klasik hem de modern anlamda tanımamıza neden olacak bir “abdaldır”…
Daha beş yaşında iken babasının izinden gitmeye başlar Ertaş. Eline aldığı ziller ile o köyden bu köye babası ile beraber eşek sırtında düğünlere gider. İçinde tarifsiz bir aşk vardır. Ama anlamlandıramaz küçük yüreği, bilmez içinde yanan ateşin sebebini. Bu aşk onu yıllar sonra “Türkülerin Mecnunu” yapacaktır.
8 yaşına kadar Kırtıllar köyünde hayatını sürdüren Ertaş daha sonra İbikli köyüne yerleşir. Göçebe bir hayattır onlarınki. Düğün nerede onlar oradadır. 12 yaşına geldiğinde kanatlarından birisi kırılır ve annesi Döne’yi kaybeder. Şimdi anlamlandıramadığı aşk içinde bir yerlerde türkülerle söylemek istediği bir tohumu gönül toprağına gömecektir. Babası Muharrem Ertaş annesinin ölümünün ardından Yozgat’a yerleşir ve Arzu isminde bir kadın ile hayatını birleştirir. Bu arada küçük Neşet daha ilkokul çağlarında iken içindeki tohumun filizlerini yeşertir ve düğünlerde parmaklarına taktığı zillerden sıyrılarak bağlama, keman çalmaya başlar. Dahi denilecek manada yeteneklidir. Düğünden düğüne koşarken kendisine sadece babasını örnek alır. Muharrem Ertaş’ın içindeki aşk adeta ona ilham verir. Onlarınki bir usta-çırak ilişkisidir. Babasını her bozlak okuyuşunda derin bir heyecan , huşu ve hayranlıkla izler. Onun gibi olmak tek idealidir. Yıllar sonra ona babası sorulduğunda “babamla biz birbirimizi konuşmadan da anlardık” diyecektir. Babası ve Neşet farklı bedenlerde hemhal olan aynı ruhlardır. Şimdi sıra Neşet’indir. Babasından öğrendiklerini, abdalları, bozkırı, aşkı, bağlamayı, bozlağı içinde yeşerttiği filiz ile tüm dünyaya anlatma vakti gelmiştir…
Aşık’tır dedik ya Neşet… Her anlamda aşıktır… Bir kız sever bu genç delikanlı. Gider ister babası fakat gönül gözü ile aşka bakmayan ne anlar sevdadan, Neşet’in halinden… “Bizde sazcıya verecek kız yok!” diye reddederler Neşet’i. Neşet onların gözünde bir sazcıdır. Ne varsa bunda… Bu red Neşet’i tüm dünyaya sazcı olarak değil, halk ozanı olarak tanıtacaktır. Boynu bükük değil başı şimdi daha diktir. Sevdasından vazgeçer aşık olduğu sazından değil. Eline alır sazını ve cebinde iki lira ile bozkırı ardında bırakır İstanbul’un yolunu tutar. Bir plak şirketinin önünde soluklanır. Hayranı olduğu babasına ait “neden garip garip ötersin bülbül” türküsünü Anadolu’dan uzaklara taşımıştır. Türkü herkes tarafından çok beğenilir. İlk plağı çıkar Neşet’in. O sazcı yaftalamasından çıkıp sanatçı kalıbına bürünmüştür artık. İçindeki filiz bozlak olmuştur ve yavaş yavaş meyvelerini verir. 2 yıl İstanbul’da kaldıktan sonra sazını, sözlerini, parmaklarını ustalıkla kullanır. Çalar, söyler… Konuşmadan derdini müzikle, sazıyla ve aşkla anlatır. Çeşitli turnelere çıkar.
İstanbul macerasının ardından Ankara’ya yerleşir Neşet. Ankara onun gönlüne ustalık eserlerinin doğmasına vesile olacaktır. Küçük bir saz dükkanı açar kendisine burada. Yavaş yavaş tanınmaya başlar. TRT’ye giderek “ben bir türkü söylemek istiyorum” der. Bu onun yeniden doğuşudur. Babasının bozlaklarını okur. Neşet’i artık radyolardan dinler abdallar gururla. Babası da… Ankara’da gazinoda çalışırken Leyla isimli bir kadın ile tanışır. Türkülerin Mecnunu şimdi Leyla’nın Mecnun’udur. Babasına mektup yazar: “Ben evleniyorum…” Mektubu alan babası hemen Ankara’ya gelir. Leyla ile olan bu evliliğe karşı çıkar. Dinlemez Neşet babasını. Leylasını bulmuştur ne de olsa. Yaklaşık on yıllık bir küslük olur baba-oğul arasında .Ruh ikizim dediği babasıyla arasına Leyla’sı girmiştir. Sever Leyla’sını Mecnun Neşet. Ayağı taşa değmesin ister. Bu evlilikten üç çocukları olur. Ama ayrılık tez çalar kapılarını. Yedi yıllık bir beraberliğin ardından evlilikleri son bulur. Bozkırın düğünlerinden çıkıp gelen Neşet şimdi bozlaklarını bütün dünyaya duyuracaktır. Ustalık köy düğünlerinin aranan çocuğu Leyla’dan sonra içinde yeşeren filizin meyvelerini alacak ve ustalık eserlerini verecektir. Hayatı, başarıları belgesellere konu olacak ve üniversitelerde sazın perdelerine vuruşu, türkü söylerken ki eşsiz tavrı ders olarak okutulacaktır. O adeta bir efsane haline gelmeyi başaracaktır. Bozkır’ın mecnunu Leyla’ya dilimize adeta pelesenk olan şu sözlerle seslenir:
“Yazımı kışa çevirdin, kar yağdırdın başa Leyla. Viran oldu evim, yurdum. Ne söylesem boşa Leyla ne söylesem boşa Leyla.” Yüreği sazının tellerinde dile gelen herkesin siline dolanacak olan bir türküdür artık…
Ayrılık derin bir ruhsal çöküş yaşamasına sebep olur önceleri. Bir süre alkol ve sigara ile dertleşen Neşet Ertaş’ın en çok korktuğu şey başına gelir ve parmakları felç olur. Leyla’sından vazgeçer ama sazından asla… Nasıl bırakabilir ki aşık maşukunu.. Aşk bir delilik hali değil midir? Kim anlar sazından başka onu? Sazına aşık bir derviştir o.
Tedavi olmak için Almanya’ya kardeşinin yanına gider. Bir süre inzivaya çekilir. Tedavisi olur. “Çalgıcı” ya zamanında kız vermeyen babaya inat Almanya’da pasaportuna “saz öğretmeni” yazılır. O, hiç bilmediği bir ülkede kendi sınırlarını ve ülkesinin sınırlarını aşmış bozlak okuyan ve Almanya’da “saz çalmayı öğreten” bir “öğretmendir”. Bu arada Almanya’daki inzivası sırasında tüm Türkiye’nin dilinde Neşet Ertaş’ın türküleri vardır. Dönemin ünlü sanatçıları köy düğünlerinden, bozkırdan kopup gelen bu dâhinin eserlerini seslendirir. Namına nam katar. Ünü herkes tarafından uyulur. O artık TRT radyosunda türküleri çalan, plakları çıkmış Neşet Ertaş’tır. Peki ya babası? Babası nasıldır? Oğlunun Leyla’sından ayrıldığını duyan Muharrem Ertaş tam bir Abdal’a yakışır bir şekilde şu bozlağıyla seslenir veliahdına ve aşıklar atışmaya başlar:
“Temiz ruhlu, saf kalplisin, şöhretsin.
Hakkın vardır evlenmeye evladım.
Mevlam sana yapanları kahretsin.
Aslı bozuk alma dedim evladım.
Dokunsalar nazik tene kir gelir
Bizden önce ceddimize ar gelir.
Köle olmak şansımıza zor gelir.
Aslı bozuk alma dedim evladım.
Küsmedim Neşet’im kahrettim sana,
Baban değil miydim sormadın bana,
Olan olmuş yavrum ne deyim sana,
Sen aklını yitirmişsin evladım.”
Neşet, Leyla’sına “aslı bozuk” denmesine üzülür. Ne de olsa çocuklarının annesi ve bir zamanlar onun biricik eşidir. Şu sözlerle ustasına cevap verir:
“Aşkı kimden aldın, sevgiyi kimden,
Aslı bozuk deme gel şu insana.
Soracak olursan eğer ki benden,
Aslı bozuk deme gel şu insana.
Yazımızı felek yazdı, Mevla’dan değil.
Senin dediklerin evladan değil,
Her hata suç bende, Leyla’dan değil.
Aslı bozuk deme gel şu insana
Ulu arıyorsan analar ulu.
Sevmişiz gönülden olmuşuz kulu,
Analar insandır biz insanoğlu,
Aslı bozuk deme gel şu insana.
Seni beni kim getirdi cihana,
Her oğlu doğurmuştur bir ana,
Senin fikrin bozuk dostluk bahane,
Aslı bozuk deme gel şu insana.”
Aşıkların naif savaşıdır bu. Şimdi aradaki perde kalkmış ve barışmıştırlar. Neşet Ertaş Almanya’da bir süre kaldıktan sonra babasının hasta olduğu haberini alır. Hemen köyüne döner. Babası Neşet’ini günler sonra hatırlar… Oğlum der… Babasının yanında bir süre kalan Ertaş Almanya’ya geri döner. Fakat ayrılık yine peşini bırakmaz. Çok sevdiği ustası, babası yetmişli yaşlarında hayatını kaybeder. Son nefesinde ise sazını artık Neşet’ine emanet ettiğini söylemiştir.
Bir gün Almanya’da iken TRT radyosunda kendisi hakkında rahmetli diye bahsedildiğini duyar usta. Bu durum onu derinden sarsar. Devlet kanalında daha yaşadığı halde onu öldürmek bozlaklarını, yüzyıllardır süre gelen geleneğini öldürmektir aslında. Derhal vatanına döner. 30 yıl sonra yapmış olduğu geri dönüşün ardından gördüğü ilgi kendisini bile şaşırtacaktır. Neşet Ertaş, ülkesinde bir efsane olmayı başarmıştır. Zamanında cebinde iki lira ile geldiği İstanbul ilk durağıdır. Burada bir konser verilmesi kararlaştırılır. Sahneye çıkar ve tüm ışıklar onu gösterir. Ustasına layık bir karşılamadır bu karşılama… Heyecanlanır, sazına sarılır. Kendi memleketlileri konserine gelir sanmıştır ama o konser tüm Türkiye’yi davet etmiştir. Bozkır’ın mecnunu tüm Türkiye’nin halk ozanıdır. “Müsaadeniz olursa ceketimi çıkarabilir miyim?” diye sorar heyecandan terleyen Neşet. Gönüllere bir kere daha girer.
Neşet Ertaş halka mal olmuş bir halk ozanı, sanatçısıydı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ona devlet sanatçısı unvanını vermek istemiş olsa da Neşet Ertaş bu teklifi: “Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor” diyerek reddetmiştir.
O gerçekten bir efsanedir. Ünü bütün sınırları aşan bir efsane… TBMM tarafından Üstün Hizmet ödülüne layık görülen Neşet Ertaş’ın hayatı Doç. Dr. Erol Parlak tarafından iki ciltten oluşan bir kitap haline getirilmiştir. Ünü ülke sınırlarını aşan Ertaş UNESCO tarafından “yaşayan insan hazinesi” olarak kabul edilmiş aynı zamanda dünyada robot heykeli yapılan ilk insan olarak tarihe geçmiştir.
Ve kara gün… Tam her şey düzene girmişken usta amansız bir hastalığa yakalanır. Prostat kanseri onu bırakmaz. 25 Eylül 2012’de geriye destansı bir hayat hikayesi, birçok türkü, Leyla’sı, ödüller, ilham alınası bir başarı hikayesi bırakarak İzmir’de hayatını kaybetmiştir.
Neşet Ertaş türkülerinden hiçbir zaman eksik etmediği “garip” mahlasını kullanmıştır hep. Çünkü onlara garipler derlerdi. Daha soyadı yokken Garip mahlası yakalarına yapışmıştı. Ezilip hor görülüp abdal diye dışlanmışlardır hep. Yaşadığı şartlara, olaylara hiçbir zaman boyun eğmeyen bir yapıya sahip olan bu yiğit delikanlı ise Abdalları bambaşka bir nam ile temsil etmiştir. Hem de tüm dünyada. Bugün Kırşehir’de caddelere adını veren Neşet Ertaş’ın türküleri hala dilimizdedir. Ezilmiş, yoksul bir delikanlının bozkırdan çıkıp dile gelmesi ve herkes tarafından tanınması hepimize amaçlarımız için yarım bıraktığımız mücadelelerin rehberi olsun…
Çok güzel bi yazı olmuş Neşet Ertaş ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi güzel yazınız için teşekkürler
Çok güzel gerçekten Neşet Ertaş..değerli sanatçımız bu kadar güzel anlatılabilirdi. teşekkürler 🌸
Cok guzel olmus kaleminize saglik👏
Neşet Ertaş’ı çok severim çok güzel bir yazı olmuş 👏🏻