Eskiden insanlık denen bir duygu vardı; o duygu insanların birbirleri olan iletişimini belirleyen en büyük faktör idi. Komşunun komşusu karşısındaki davranışının ölçüsünü, anlaşmazlık yaşayan bireylerin nerede nasıl öfke kontrolü yapacağını belirleyen o mükemmel duygu… Peki nereden mi çıktı bu serzeniş dolu mısralar?
Önce Elazığ’a gidelim. İki baba ve iki evladın tartışma yaşadığı o ana… Bir evlat olmayan insanlığın vermiş olduğu insani olmayan duyguların etkisiyle öldürülüyor ve baba ağır yaralanıyordu. Ambulansta kalp masajı ile tekrar hayata döndürülmeye çalıştırılırken, ambulans içerisine giren gözü dönmüş diğer babanın sıktığı son kurşunlar ile dönülmez bir yola gidiyor. İşte asıl mesele, ne ara düşmanlığımızın dozu bu seviyelere geldi? Başka bir şehirde bir silahın tüm mermileri bir vatandaşın üzerine boşaltılıyor. Başka bir şehirde ev sahibi kiracısını vuruyor. Kiracı ev sahibini… Düşmanlık içimizde kol geziyor adeta…
Komşunun komşuya güveni, küçüğün büyüğe saygısı, büyüğün küçüğe sevgisinin kalmadığı saçma sapan bir hayat; doğan güneşin her sabah bizlere vaat ettiği… Gözünün üstünde kaş olması artık bir kavga ve düşmanlık sebebi. Bu yanlış yola güzergah belirleyenler kimler? Bu yanlış yola asfalt dökenler?
Artık bu yanlış yola bir kavşak gerekmekte. Gerekirse geri dönüş ya da şerit değiştirme… Her insanın insani duygusu “insanlık” olmalıdır. Her insanın vicdanında tek celseli bir mahkemesi, doğruluğu ilke edinmiş bir karar mekanizması bulunmalıdır. Yapay zekaların kol gezdiği dünyamızda yaşadığımız sevinç, kaybettiğimiz doğal zekalar için yaşayacağımız üzüntüden fazla ise eğer “vah halimize”. Hem de ne vah…