Dünyaya geldiğimizde mecazi olarak kendimizi uçsuz bucaksız, sınırları olmayan bir arazide buluyoruz. Sonra çocukluğumuzdan itibaren büyürken içinde bulunduğumuz yaşam alanı, kimliklerimiz, benliğimizin sahte yönleri, yasaklar, sınırlamalar, ideolojiler, gelenekler, toplum kuralları, aidiyet duygularımız gibi faktörlerle sınırlanıyor. Giderek çevremizin kuşatıldığını hissediyoruz. İçimizden geldiği gibi kendimizi ifade edemiyoruz. Böylece, kendimizi giderek dar bir alanda sıkışmış bir halde buluyoruz. Çocukluğumuzu ve gençliğimizi yaşayamadan çoğunlukla istemediğimiz okullarda okuyoruz. Okuyacağımız okulları başkaları belirliyor. Küreselleşmenin acımasız bir aracı olan vahşi kapitalizm tarafından hangi mesleklerin gözde olduğuna karar veriliyor. Böylece, çoğu kez kendi tercihlerimiz olmayan ve sevmediğimiz işlerde çalışıyoruz.
Bize armağan edilen hayat gerçekte belirsizlik üzerine kuruludur. Hakikati tam anlamıyla yaşayabilirsek, her ânın öncekinden farklı olduğunu hissedebiliriz. Fakat sâdece tüketime odaklı, algıları yönetilen ve zihinleri belirli düşünce kalıplarına mahkûm edilmiş tek tip insan modeli oluşturulmuş, böylece bireyler kesinlik ihtiyaçlarını gidermek için çabalamaya başlamışlardır. Çalışma saatleri boyunca ev ve iş yeri arasında mekik dokuyan ve hafta sonunda küresel sistem tarafından tetiklenen ihtiyaçlarını karşılama ve boş zamanını dolu geçirme arzusu nedeniyle bir AVM’den ötekine umutsuzca koşturan ve çoğunlukla ihtiyaçlarından fazlasını alarak insan, yetersizlik duygusunu bastırır; dinlence ve eğlence faaliyetleriyle tüketim çarklarını çevirir. İnsanın durumuna tepeden bakıldığında kendisine güvenli bir alan oluşturduğu görülmektedir. Bu güvenli alanı, bir odaya benzetiyorum.
Sizden şöyle bir oda hayal etmenizi istiyorum. Bu odanın içinde her türlü konforun olduğunu düşünün. Odada dünya ile bağlantımızı sağlayan son teknoloji ürünü bilgisayar, tablet, akıllı telefon, televizyon, rahatımız için tasarlanmış mobilyalar ve çeşitli modern elektrikli ev aletleri var. Psikolojik açıdan güvenlik arayışımızdan kaynaklanan kesinlik ihtiyacımız, küresel düzenin aktörleri tarafından pekiştirilmesiyle zihnimizde kök saldığı için kendimizi dar bir çerçevede tutarak odaya kapatıyoruz. İçinde bulunduğumuz güvenli ortama dışarıdan gelen ışık sızarak bozmasın diye pencereleri bile kaldırıp dört tarafı duvarlarla çevirerek önlem alıyoruz. Bu odada, sadece tavanda gökyüzünü görebileceğimiz bir küçük pencere açtığımızı düşünün. Dış dünyayla bağlantımızı internet ve televizyon aracılığıyla sağlıyoruz. Bize medyanın aktardığı hayatı gerçek sanıyoruz. Orada maskelerini takan ve kendilerine verilen rolleri oynayan karakterlerin anlattıkları hikâyeleri benimseyerek dış dünya algımızı şekillendiriyoruz. İnternet üzerinde zihnimize enjekte edilen bilgilerle, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız bile değişebiliyor. Veri tabanlarımızda oluşturulan değişikliklerin farkına varmadan odamızda eşya biriktiriyoruz. Bu eşyalar, bize moda ve popülerlik başlıkları altında pazarlanıyor. Maruz kaldığımız hipnoz sonucunda bunlarla değerli olacağımıza ve kendimizi iyi hissedeceğimize inanıyoruz.
Bireyciliğin aşılandığı bir çağda, odamıza güvenli alanımızı ya da kesinlik ihtiyacımızı tehdit etmeyecek insanların girmesine izin veriyoruz. Bu insanlar genellikle eşimiz, çocuklarımız, akrabalar ve arkadaşlarımız oluyor. Odamızın güvenli alanında başka insanlarla bir araya geldiğimizde ortak yönlerimizin çok olduğunu fark ederek seviniyoruz. Ama hiçbirimizin aklında bu ortak yönlerin, klasik medya ve sosyal medyayı kontrol eden küresel sermaye tarafından oluşturulmuş olabileceği gelmiyor. Başkalarıyla kendimizi hep aynı konulardan sohbet ederken buluyoruz. Aynı fikirleri, inançları, düşünceleri ve değerleri savunarak mutlu oluyoruz. Benzer giysiler giyen diğerlerinin, benzer davranış kalıpları da sergilediğini fark ederek kendimizi aynada görmüş gibi hissettiğimiz için mutlu oluyor ve onaylanıyoruz. Bu, sanal mutluluk tablosu içinde odamızda ağırladığımız ve hep aynı şeylerden bahseden, aynı elektronik aygıtları kullanan, aynı dünya görüşüne sahip, aynı ritüelleri yapan insanlarla sahte dostluk duygusu yaşıyoruz. Bu da bizim odanın dışında çıkmadan hayat sürmemize ve değişiklik yapma ihtiyacı hissetmemize neden oluyor. Zihinlerimize medya yoluyla aktarılan odanın dışarısı karanlıktır ve tehlikelidir mesajına körü körüne inandığımız için dışarı adım bile atamıyoruz. Odamızdaki yaşamın gerçek olduğunu zannediyoruz. Böylece ömrümüzün sonuna kadar aynı odada içinde bizim için programlanmış bir kurgu hayat yaşayarak ölüp gidiyoruz. Beynimizdeki düşünce merkezlerimiz, odamızda bizi dış dünyaya bağlayan kitle iletişim araçlarından aldığımız kontrollü uyaranlar marifetiyle bozulduğu, işlevini yitirdiği ve felce uğradığı için odanın kapısını açmak istemeyiz. Zihnimizin derinliklerinde bir yerde, güvenli alanın odanın dışına çıkarsan yok olursun düşüncesi gizlidir.
Dışarıdaki gerçek hayatı bilmeyen ve odasındaki sanal bir dünyada mutluluk oyunu oynayarak çürüyen insan nasıl dışarıya adımını atar? Bir gün, odanın içerisinde onun hayatına kast eden ve zarar vermek isteyen bir zorbayla karşılaşabilir. Bu zorba, o insanın aslında ona meydan okuyan ve yerinden kaldırmaya çalışan kişiliğinin içindeki bir karanlık yönünün yansımasıdır. O sahneyi gözünüzde şöyle canlandırabilirsiniz. Düşünün zorba, odanızda size bıçakla saldırıyor. Hayatınızı kurtarmak zorundasınız. Böyle bir durumda ne yaparsanız? Eğer, hayatta kalma isteğiniz size aşılanmış odanın dışındaki hayatın tehlikelerle dolu olduğu inancına ağır basarsa kaçıp kurtulursunuz. Yok, her şeye rağmen dış dünyanın tehlikelerinden duyduğunuz korku, saldırganın ölüm tehdidine üstün gelirse o zaman odanızda ölümü beklersiniz. Ancak, kesinlik ihtiyacımız o kadar üst düzeydedir ki ölümün belirsizliğinden korkarak kendimizi dışarı atma olasılığı yüksektir. Odadan dışarı çıkmamız için ikinci nedense aşktır. Bir gün odamıza aldığımız birine âşık olursak, sevginin verdiği yaşam enerjisi gerçekleri sorgulamak ve hakikati aramak üzere bizi dışarıya yönlendirebilir. Hayatta kalmak için ya da aşkla beslenen yaşam enerjisi nedeniyle odadan dışarı çıktığımızda asıl karanlığın odanın içinde olduğunu; dışarısının hakikat ışığıyla parladığını hissedebiliriz. Hakikatin aydınlığı ilk başta gözlerimizi kamaştırdığı için tekrar odamıza girmek isteyebiliriz. Aynı zamanda, dışarısının bize yabancı gelen ve korkutan belirsizliği içimizde tekrar odamıza geri dönme isteği uyandırabilir. Tüm bunlara karşın, dışarıda kalmamızı ve yolumuza devam etmemizi sağlayacak tek unsur hakikatleri öğrenme isteğimiz olacaktır. İçinde tutsak olduğumuz odamızdan bizi dışarıya çıkartacak başka bir faktör ise, içeri aldığımız bir kâmil insan olabilir. Kâmil insan, kendi odasından çıkıp benzersizliğini ve potansiyelini keşfetmiş bilge kişidir. Aynı süreçten geçtiği için eski halini hatırlatan başka oda sakinlerini kendi tutsaklıklarıyla yüzleştirip hakikat arayışına teşvik etmeyi kendisine görev edinmiş olabilir. Böyle bir insanı odamıza alırsak, onun bize ayna olması sayesinde güvenli alan zannettiğimiz odanın zindanımız olduğunu acı bir şekilde öğreniriz. Bize rehber olan kâmil insanla birlikte odamızda geçirdiğimiz hazırlık döneminin ardından zindanımız olan bu odadan çıkarak, tüm kısıtlamalarımız, kabullerimiz ve sahte benliklerimizden kurtularak belirsizliklerle dolu gerçek hayata yeniden doğarız. Odada kâmil insanın verdiği eğitim programı sonunda zihnimizdeki tüm şartlanmalarımızın silinmesiyle boşalan veri tabanımızı dışarıda kendi deneyimlerimizi akıl süzgecimizden geçirerek öğrendiklerimizi zihin rafinerimizde işler ve çıkan ürünleri beynimizde düzenli bir şekilde sınıflandırırız. Hakikat yolculuğunda ilerleyip üst düzeye çıktığımızda bizi şok edecek bir farkındalığa kavuşuruz. Odada eğitim programıyla bize dışarı çıkma cesareti veren kâmil insan, aslında bizim gelecekte işlenince olabileceğimiz halimizi temsil etmektedir. Bu, bize şunu gösterir ki kendi güvenli alanını terk edip odasının dışına çıkan insan kesinlik ihtiyacından kurtulur ve potansiyelini hayatın gelişime fırsat veren belirsizlik ikliminde gerçekleştirebilir. O zaman her şeyin dışarı atacağımız ilk adımla başlayacağının bilincinde olalım, hakikati aramak için cesaretle dışarı çıkalım.