Öğretmen sınıfa giriyor pırıl pırıl, cıvıl cıvıl çocuklar, heyecanlılar, öğrenmeye meraklılar. Karşılarında akıllı tahta, ellerinde tabletler, televizyon, video ve istedikleri konuyu dinleyebilirler. İstedikleri her yere ulaşan internet bağlantıları var, aklınıza gelen her türlü ilgi çekici araçlar masaları üzerinde. Böyle bir sınıfta acaba öğretmene gerek var mı? Zaten Öğretmen sınıfın arka tarafına geçti ve oturdu. Çünkü tam da böyle bir sınıfta kendine ihtiyaçları olduğunun farkında.
Eğitimci ve yazar, şair Rıfat Ilgaz’ın babası oğluna şöyle bir mektup yazıyor. ‘‘Oğlum, ben senin mühendis, doktor olmanı düşünüyordum. Sen kalktın şair oldun, yazar oldun. Ne istersen ol, karışmam. Ama neyi yapacağın aklına yatıyorsa onu yap. İstersen zurnacı ol ama zurnayı en iyi şekilde çal.’’ Öğretmen sadece ders anlatmakla kalmaz, öğrencilerini en iyi şekilde tanımalıdır. ‘‘Elim birine değsin, ısıtayım üşüdüyse, boşa gitmesin son sıcaklığım’’ dediği son şiirinde öğretmeni şöyle anlatıyor.
‘‘Yoklama defterinden tanımadım sizi. Benim haylaz çocuklarım. Sınıfın en devamsızını bir sinema dönüşünde tanıdım koltuğunda satılmamış gazetelerle. Dumanlı bir salonda kendime göre karşılarken akşamı, nane şekeri uzattı en tembeliniz. Götürmek istedi küfesinde ıspanak demetini en dalgını sınıfın. Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun palto, ayakkabı yüzünden. Kiminiz balık satar balık pazarında. Kiminiz Tahtakale’de çaycılık yapar. Biz inceleye duralım aç tavuk hesabı tereyağındaki vitamini. Kalorisini taze yumurtanın. Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta, çevresini ölçtük dünyanın. Hesapladık yıldızların uzaklığını. Orta Asya’dan konuştuk laf kıtlığında. Birlikte neler düşünmedik burnumuzun dibindekini görmeden. Kendimizi unutarak.’’
Gülmekten kırıldığımız Hababam Sınıfı kitabında ve filmlerinde konu yine eğitim sistemi okul ve öğretmendi. Eskiden idamlar sabahın erken saatlerinde yapılırdı. İbret olsun diye meydanda bekletilirdi. Çevredeki esnaflarda erken saatlerde gelen insanlara satış yapmak için dükkanlarını o günlerde erken açmaya başlamışlardı. Zamanla insanlar asılanları bir panayır havasında izlemeye başladılar. Ölen insanlara bakarak gülen insan görüntüsü vermeye başladılar. Hababam sınıfında anlatılan ve gülerek okunan ve izlenen bir durumla, insanın ölümünü gülerek izleyenler arasında hiçbir fark yoktu.
R.llgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz bu ilginç benzetmeyi şöyle anlatmıştı. ‘‘Hababam sınıfına gülmediğimiz gün eğitim sistemimiz düzelmiş denilebilir’’ Karakterlerin hepsi gerçekti. Kel Mahmut, öğretmeni Nihat Dicle’dir. İnek Şaban Kastamonu’dan sınıf arkadaşı Öküz Ahmet’tir. Tulum Hayri, arkadaşı tulum Fehmi’dir. Hafize ana görevli Şerife hanımdır. Güdük Necmi ise Rıfat Ilgaz’ın kendisidir.Eseri için R.Ilgaz ‘’Ben eğitim sistemimizi anlattım.Hepimiz ölen sisteme bakarak güldük’’ demişti. Yazımda örnekleri anlayarak, üzerinde yorum yapılmasını amaçladım.
Mesleğimizin ayağa kalkması, unvan sınavlarıyla nasıl gerçekleşecek hayat gösterecek. Acilen öğretmen yetiştirme amaçlı okullara ihtiyacımız var. Bu okullara alınacak adayların, insana, çocuklara, canlılara, çevreye olan ilgileri tespit edilmeli. Okuma, araştırma, inceleme, merak etme özelliklerine önem verilmeli ve öğretmen meslek sınavlarına gerek olmadan yüksek öğrenimli lisanlı öğrenimle mesleğe doğrudan alınmalıdır.
Emeklerinize, kaleminize,yüreğinize sağlık Mehmet hocam🙏