Elimde kalemim bilinçsizce dolanıyor; kafamın içindekileri yazmak, çizmek ve dolu dolu bağırmak istiyor satırlara.
Gök, kafamın içinde gürlüyor, uğulduyor; doludizgin sağanaklar yağıyor yüreğime. Gözlerim yorgun, bedenim bitkin. Anlamsızlığını sorguluyorum hayatın. Kendi akışına bıraktığım her şeyi önüme yığdım, bakıyor ve sabırla ayıklıyorum.
Kimlere ve nelere anlam yükledim geçen zamanda? Kimler, neler bırakarak gelip geçti hayatımdan? Neden yoruldum, neden bu kadar güvensiz oldum insanlara? Cevabını bildiğim ya da bilemediğim şeyler var hâlâ. Kurtulmak istiyorum her şeyden ve tüm değer bilmezlerden. Oturuyorum, olabildiğince sakin. Bir müzik açıyor ve alıyorum elime kalemimi. Evet, kalemimi!.. Çoğu zaman klavyenin tuşlarına basmak yerine kalemime sarılıyorum. Onunla başka bir dostluk, bambaşka bir bütünlük var aramızda. Benim ruhum ona fısıldıyor, o sadece bir kısmını yazıp döküyor. Anlam kazandırmak için yoruyorum kendimi bazı şeylere. Sonra dönüp bakıyorum ve “Değmezmiş,” diyorum. Ben mi hâlâ çok insanım, yoksa insanlığın değişkenliğine güncelleme mi yapamıyorum? Olduğun gibi olmak mı marifet bu zamanda, yoksa olanlar gibi olmuş görünmek mi? Ben bunu başaramadığım için sahte ve duyarsız olamıyorum.
Kendim ve kalemim… Haydi, içimizde biriken katranı, zehire dönmeden dökelim. Hecelerimi bardak bardak içmek istiyorum. Mısralarımı yeryüzüne savurmak… Biraz ondan, biraz bundan her şeyi karıştırıp sonra da ayrıştırmak istiyorum.