Ölüm Döşeğinde Nobel

Betül Fırat 340 Görüntüleme Yorum ekle
6 Dak. Okuma

Kendine çok güveniyordu Adberilgen. Her konuda adı gibi hakkını vermek istiyordu. Yeni eserini o kadar beğenmişti ki büyük sansasyon yaratacağını biliyordu. Tabi etkisini görmek için önce yayınlatmalıydı. Babası eski bir bürokrat olsa da çok bir şey bırakmamıştı ailesine. Mutlu bir aile gibi gözükseler de onların da problemleri vardı ki yıllarca özenle saklamışlardı babalarının kumarbazlığını. Babalarının nasıl bir kumarbaz olduğu bilinse ne bürokratlığı kalırdı ne haysiyeti. Kazancı kumara gitse de babasının saygınlığı ile övünmekten geri durmuyordu ailesi. Geçmişi düşünüp hislerine hâkim olamadığında ağlayacak gibi de olsa Adberilgen hayatının eserini bastırmak zorundaydı. Kendi durumu da pek parlak değildi çünkü alacaklılar babalarının borçlarından dolayı kapıya dayanmıştı. Zaten gazeteden aldığı ücret bir evi bile geçindirmesine yetmiyordu. Babası bürokrat olsa da kendisini farklı bir konuma getirmesini istemeyecek kadar onurluydu. Tabi babasının durumunun kendi hayatına da engel olabileceğini o günlerde kestirememişti.

Adberilgen her ne olursa olsun kitabı yayımlamak için para bulmalıydı. Yabancı dili iyi olsa da çeviri yapmasına yetecek kadar da güvenemiyordu kendine. Dahası çok iş aramıştı zamanında ama basit işleri babası yüzünden vermiyorlardı, diğer işlerde de farklı nitelikler aranıyordu ve uygun olmadığı söyleniyordu. Yoksa babasının hatırını kimse kırmazdı tabi (!). Adberilgen hiçbir çıkar yol bulamayınca arzuhalciliğe başladı, gerekli izinler alındıktan sonra. Gündüzleri başkalarının yazamadıkları yazıları yazıyordu daktilosunda ve geceleri de hem gazeteye yazı yetiştiriyor hem de aldığı birkaç kitap düzenlemesini yapıyordu. Hem geçimini sağlamaya hem borçlarını ödemeye hem de kitabı yayınlatmaya çalışıyordu elinden geldiğince.

Günler geçmiş ve iki yıl içinde ancak toparlayabilmişti kitap yayınlatmak için gereken ücreti. Yayınevlerini dolaşmasına rağmen aldığı cevap “Artık böyle şeyler okunmuyor.” veya “Dünya değişti artık yeni nesle uyan şeyler yazmalısın.” gibi şeyler oluyordu. En sonunda yeni açılan ve derme çatma görünen bir yer kabul etti kitabını, hesapladığından daha yüksek bir meblağa da olsa. Hemen dosyasını teslim etti ve ayrıntılarını görüştükten sonra da büyük bir heyecanla kitabını beklemeye başladı. Sayısız kitabı vardı ve insanlar hala onu tanımıyordu. Kitapları okunmayan her yazar da unutulmaya mahkûmdu her ne olursa olsun. Sadece okunmak istemişti ama o da bir maliyet gerektiriyordu. Belki de kitaplara olan ilgi azalmış ve insanları meşgul eden başka şeyler vardı. O kadar emek ve hiç yok yerden yayınevi masrafları boşuna gidiyormuş gibi hissediyordu.

Sanatçılar gibi değildi yazarlar. Eserleri ve hayal güçleri ortadaydı ama kendi yüzlerini bilen çok çıkmazdı. Arada bir kitabın arka kapağına koyduğu resimden onu tanıyan olsa da ki bu durumda dünyalar onun oluyor ve hemen eserlerinden niteliklerinden bahsetmeye başlıyordu; çoğu zaman tanıyan bilen olmuyordu. İnsanlar her gün önünden geçtikleri arzuhalcinin kendisi olduğunu bilirlerse belki de acıyacaklardı. Bu duruma bazen üzülüp bazen de seviniyordu. Amacı eserlerinin değer görmesiydi sadece. Çoğu zaman yazdıklarını düşünür ve mutlu olurdu. En azından hayatın karmaşasında kendini teselli edecek bir şeyleri vardı. Elinden gelen her şeyi yaptığını düşünüyordu, vicdanı rahattı. İnsanların istekleri başka ve ilgileri farklı şeylerdeydi.

Kitabı basılıp da eline aldığı gün hayatının en mutlu günlerindendi. Diğer kitapları da iyiydi ama şu an elindeki bir başkaydı. Bir çocuk gibi sarılarak gezecekti kitabına neredeyse. Arzuhalcilik yaparken aynı zamanda yanına bir tezgâh koyup koyamayacağını sordu burada durmak için izin aldığı yerlere. Onlar da herhangi bir sakınca görmediler. Buna en azından kendilerini borçlu hissettiler. Adberilgen de daktilosu haricinde kitaplarını da yanında getirip ayrı bir tezgâha koymaya başladı. İnsanların az da olsa ilgisini çekmişti bu. Bezen sadece içlerini karıştırıp bakıyorlardı kitaplarına bazen de alıyorlardı. Kimisi de okuyup çok beğendiklerini ve bu durumu hak etmediği ile ilgili kendisine methiyeler diziyordu. Adberilgen de biliyordu niteliklerini ama yeteneği yazmaktı ve başka bir şey de gelmiyordu elinden.

Böyle böyle yıllar geçmişti. Artık yaşlanmıştı ve arzuhalciliğe de devam edemeyecek durumdaydı. Toplum tarafından az da olsa biliniyordu. Genç bir yazarın idolü bile olmuştu. Tanıştığı bu genç adam tavsiyeler almak için kendisiyle sürekli görüşmeyi de teklif etmişti ve yoğunluğuna göre arada uğruyordu yanına. Sırf Adberilgen’in anlattıklarından üç kitap daha çıkardı. Konuşması da kitap gibi anlaşılır, akıcı ve anlamlıydı. Sadece şansı yaver gitmemişti anlaşılan. Genç bir yazar olan Yalvaç büyük bir saygı duyuyordu Adberilgen’e. Hatta son kitabının tüm dünyaya açılmasını istemişti ve Adberilgin’i de çevirisini yapmak konusunda ikna etmişti. O dönemde hiç beklemedikleri bir şey olmuştu. Yabancı dile çevrilen kitap satış rekorları kırıyordu ve bütün dünya tarafından beğenilmiş ve benimsenmişti.

Bir gün Yalvaç heyecanla Adberilgen ile görüşmek için geldi. Adberilgen’in evine geldiğinde ise başında Adberilgen’in  doktorunu bulmuştu. Doktordan aldığı bilgiye göre de Adberilgen’in vakti daralmıştı. Ölüm döşeğindeki yazar arkadaşına baktı. Yalvaç, ağlamaya başladı. Doktor bu kadar yakın olduklarını tahmin edememişti. Ölmek üzere olan birine ağlamak kadar doğalı yoktu. Son nefesini vermeden ona güzel haberi vermeliydi Yalvaç. Belki huzur içinde, gözü arkada kalmadan verirdi son nefesini. “Nobel ödülünü son kitabın aldı sevgili dostum.” dedi Yalvaç. Doktor, Yalvaç’ı diz çöktüğü yerden kaldırıp Adberilgen’in karşısına geçirdi. Son nefesini vermiş olan yazar arkadaşı gülümsüyordu, mutlu bir şekilde vermişti son nefesini…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar / Şair
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version