Kimileri, “Ölüm siyahtır, yeşildir…” diyor. Ölümün rengi var mı? Ölüm rengarenktir gök kuşağı gibi. Nedir ki ölüm? Bütün insanlar neden korkar ki ölümden? Doğmaktan korkuyor muyuz? Ya da yaşamaktan? “Ölüm, doğum kadar olağan bir doğa kanunudur ve sadece beden için geçerlidir.” Yüz defa değil, bir defa öleceksin! Öldür be ruhumun kardeşi, içindeki ölüm korkusunu.
“Ölümden neden korkarsın, korkma ebedi varsın.” demiş Yunus Emre. Yiğit ol, cesur ol. Seni asıl korkutan, hayatını zindan eden, ölüm korkusudur. Adem ile Hava’dan beri hep ölme ve öldürülme korkusu var insanların içinde. “Ölümden niye korkacağım ki? Ben varken o yoktur o gelince de ben olmayacağım.” demiş Montaigne.
Ölüm rengarenktir be ruhumun kardeşi, ölüm rengarenk!
Ruh, beyaz bir kelebek gibi, bedenimize konar, vakti gelince de uçup gider geldiği yere. Ve karışır aslına. Ruhun aslı güzeldir, yücedir.
Mısırlılar, ölüm hakkında: Öteki dünyaya yolculuğa olanak sağlayan ‘Işığa Dönüşüm’ “Gölgeler Krallığı” diyorlardı. Mısır Firavunu Seti: “Ben ölümü gördüm vakit yaklaşıyor, ölümün yüzü tıpkı, Batı tanrıçası’nınki gibi genç ve gülümsüyor. Benim için ölümün yaşamının ve görünmez dünyaya geri dönme sınavına girmenin vakti geldi.” demiş.
Ölünce insan, ölüm korkusu da ölür.
Sabah erkenden uyanırız. Başlar endişe, telaş, mücadele… Pamuk ipliğine bağlı canımız.
Yemek yeriz, su içeriz… ölmemek için. Ekmek parası kazanabilmek için de bedenimizi yıpratırız. Bütün bunları hep ölmemek için yaparız! Yaşamak da zahmetli be ruhumun kardeşi, yaşamak da! Kendimizi ve sevdiklerimizi hep ölümden korumaya çalışıyoruz. Azrail alır diye sevdiklerimizi elimizden, hep korku ve endişe içinde yaşıyoruz! Yaşam da acıtıyor canımızı.
Her anne rahminden çıkan ölür. Evrensel yasadır bu. Doğacaksın, öleceksin. Zaten yaşarken de bin kere ölmüyor muyuz? Az mı ağlatıyor, az mı yıpratıyor hayat, az mı yüreğimizi kanatıyor? Yaşamak da zor be ruhumun kardeşi yaşamak da.
Savaş, katliam, cinnet, depresyon, delilik had safhada.Yazmakla biter mi yaşananlar? Sizce ölüm mü daha zor, yaşamak mı?
Uyurken bari bir gramcık huzur bulalım, dinlenelim deriz. Başlar yılanlar bizi sokmaya, zombiler ısırmaya… Rüyada bile huzurlu olmak ne mümkün?
Kırk yılın başında güzel rüyalar görürüz. Uyanmak istemeyiz. Rüyanın en tatlı anında, omzumuza bir el dokunur, güzel rüyanın içine… Ama bunlara rağmen yaşam tatlıdır!
Bırakıp da gitmek istemeyiz diğer aleme.
“Ölüm adildir.” demiş Nazım Hikmet. Gerçekten ölüm adildir. “İnsan, meyvenin çekirdeğini taşıması gibi ölümü de kendi içinde taşır. Ölüm bu ne hükümdar tanır ne soytarı herkesi aynı iştahla yutar.”
Her insana beyaz bir kefen giydirilecek. Çünkü ruh bedende kiracı. Bu dünya da sınav dünyası.
Anne rahmine düşmeden önce, yoktuk zaten. Yok olduğumuz için de; ölüm korkusu diye bir şey de yoktu. Gök kuşağının yüzüne bakmak güzel, ölümün de öyle… Ölüm, korkulması gereken bir canavar değil. Ölümü bize yakıştırdığına göre en sevdiğimiz Allah. O halde doğmak da güzel, ölmek de. Doğmak nasıl doğalsa, ölmek de öyle doğaldır.
Nahit Ulvi Akgün demiş ki:
Ölüm seni seviyorum şaşma buna
Sen olmazsan bilir miydim hançeri.
Ölüm seni seviyorum yaklaş daha
Yaşamın görünsün görkemli albenisi.
Ölüm seni seviyorum nelerle tanıştırmadın ki beni.
Sana borçluyum duygularımın keskinliğini,
Seni yaşadıkça var olduğumu yeniden.
Ölüm seni seviyorum inan ki!
Yaşamın da artıları var, eksileri var, ölümün de öyle.
Ölümün nasıl bir duygu olduğunu merak mı ediyorsunuz? Hz. Muhammed (s.a.v.) : “Uyku, ölümün kardeşidir.” demiş.