Merhaba sevgili dostlar;
Günlerdir, aylardır, hatta yıllardır bu trajediyle karşı karşıyayız. Gökyüzünü mavisiyle boyamak istesek de gözlerimizi, maalesef gri bulutlarla süslemek zorunda kaldık. Gökkuşağının rengini taşıyor olsa da çocuk yürekliler, merhametten yoksun cellatlar gökkuşağını bile acının, kederin, hüznün ve kanın rengiyle boyadılar. Daha kaç kez toprağa gömülecek bu insanlık?
Ölüm mukaddestir. Lakin ne öldürmek ne de ölmek haktır. Ne sebeple olursa olsun bir canı katletmek ya da katletmeye sebep olmak vicdan işi değildir. Akıl almaz bir cinayettir. Nice sabilere yapılan zulme susmak, göz yummak cehaletin dayatıldığı bir yaşam biçimidir, insanlık adına yaşamak denilirse buna.
Küçük çocukların, gençlerin hatta ne dilim ne elim varıyor yazmaya ve söylemeye… Peki, bu istismarların birinin de bebekler olması insanlık dışı bir muamele değil mi? Hangi dilde, hangi kitapta, hangi kanunda bu hükümsüz kalmalı diye yazar?
Soruyorum size! Madem idam yasalarımızda yok, madem insan katletmek inanca ters… Peki, bunu yapanlar veya yapmaya sebep olanlar ya da yapmaya teşvik edenler işlediği suçun bedelini ödemeyecekler mi?
Gazze’ye yapılan zulümden dolayı insanlık adına utanıyorum. Günlerdir bu acıyla yaşarken her gün bir acıya binlerce acı ekleniyor. Şiddete maruz kalan kadınlar, değerleri ve çocukları için bu şiddete sabır gösteren, göz yuman, dilini sükûta vuran binlerce anne… Aile şiddetine maruz kalan çocuklar ya da ebeveynleri dışında yaşamak zorunda kaldıkları diğer aile bireylerinden gördükleri muameleye ne demeli peki? Bir gamzelik yaşam için çocukların bakışlarını kurban ettiniz. Bir kuruş fazla, bir tatil daha keyifli olsun diye dünyaya gözlerini açmamış nice sabinin sonu oldunuz, vicdanınız rahat mı?
Yok, yok haddimi aştım, sizde vicdan ne arasın! Zerresini taşımış olsaydınız, buna sebep olmazdınız.
Ve sizlere sesleniyorum! Eyyamcı akşamlara rehine bıraktınız merhametinizi. Hiçbir kalpte yok yeriniz ve hiçbir dilde yok insanlık dışı ahvaliniz. Ekmeğinizde katlettiğiniz sabilerin kanı var. Hamurunuzu kanın suyuyla yoğurdunuz. Koca bir lekesiniz insanlık adına! Yüzyılın alnına düşen kara bir lekesiniz. Gurur duyun kendinizle. Ama unutmayın ki ilahi adaletin tecellisi geçtir ama hükümsüz değildir.
Elbette ki bu düzende, bu adalet kervanında gereği gibi bir muamele tabi tutulmamış olabilirsiniz ama ilahi adalet şaşmaz. Bunu unuttunuz sanırım. Yoksa bu kadar günah çıkarmazdınız. Ne çok ölü çocukların gülüşü var gamzelerinizde gömülü. Ne çok yapay ağlama duvarları örmüşsünüz. Ama umarım bir gün o ördüğünüz duvarın tuğlaları arasında boğulursunuz.
Düşündükçe çaresiz kalmanın hükmü altında eziliyor ruhum. Harf harf eksiliyorum özümden. Yüzlerce çocuğun yorgan altında suskunluğunun, gözyaşının sebebi oldunuz, yetmez mi? Ya da bir annenin dilinden düşmeyen bir “ah”a sebep oldunuz. Hangi kitabın sayfasına yazılır ki bu utanç? Hangi kalem yazar, hangi mürekkep dökebilir ki bu acının rengini? Hangi dilde karşılığı var ki bu utancın?
Siz söyleyin Allah aşkına! Benim lügatimde bunu tarif edecek bir alfabem yok. Bunu izah edebilecek bir dil bilmiyorum. Bunu kağıda dökecek gücü olan bir mürekkebim yok. Varsa sizde bunu dile getirecek bir cevheriniz, susmayın, ne olur söyleyin!
Narin’e yazdığım küçük bir ağıt…
MUSALLADA YATAN İNSANLIĞIMIZDIR…
AHH BEE NARİN’İM…
Cellatların gölgesinde pusuda kaldı ürkek bakışların.
Siyahın kuşatmasına mahkûm ettiler bedenini ahlak yoksunları.
Susmak…
Ve susarak bu katliama bir örtü de siz örtün, olur mu ey insanoğlu!
Utanıyorum bu çağdan…
Ve en mide bulandırıcı şey ne biliyor musunuz?
Yapılan bu zulümlere göz yummak…
Daha kaç tomurcuk, çiçek açmadan boynu kesilecek?
Daha kaç mavi gökyüzünü siyaha çalacaksınız?
Kaç?
Kelimelerin diliyle kusmak istiyorum insan müsveddelerinin yüzüne var gücümle…
Düşündükçe boğazıma diziliyor çaresiz çırpınan tüm sözcükler.
Ve susmak, iki damla çığlıkla boğulmak…
Beynimde, yüreğimde zamanı yırtarcasına bir çığlık, zılgıt çekiyor.
Kim bilir, belki defalarca seslendin: “Kurtarın beni!” diye.
Kaç gün aç, kaç gün susuz kaldın, kim bilir?
Kaç geceyi umutla bekledin kurtarılmak için, kim bilir?
Kaç kez susturuldun, susturulurken kaç kez o narin bedenini incittiler, kim bilir?
Şu gecenin en keşif yerinde sana kalkan eller taş kesilsin.
Seni inciten ellerin bedenleri çürümeye yüz tutsun tez vakitte.
Acının tarifini kaleme sığdırmaya haddim değilken,
Yine isimsiz bir kaderin sillesi vurdu Eylül’ün boynunu.
İşte bu yüzden, inancın tükendiği, merhametin olmadığı, zulmün susarak bir örtü bırakıldığı bir çağın utancı ve ölümün kirletildiği bir dünyada nefes almayı bile zulüm görüyorum.
Lanet olsun, insan kılığına girip insanlıktan nasibini almamış ahlak yoksunlarına…