Havada şen gözüken kahkahalar uçuşuyor. Düşünme yetisini kaybetme arzusuyla süslenmiş kelimeler ulaştırıyor etrafına gülücükler.
O gün toplamış arkadaşlarını, kafa dağıtma derdinin üstünü örtmüş “eğlenmeye gidelim“ cümlesiyle. Eğlenemeyeceğini, her kahkahanın gözyaşlarını içine yollama telaşı olduğunu biliyor aslında. Biliyor da kendi bile kendinden kaçıyor işte. Nereye kadar gücü yeterse…
Patlayan arabanın lastiği sürüklüyor metro istasyonuna, bir grup kafa dağıtıcı arkadaşlarla kendisini. Her fırsatta attığı kahkaha yankılanıyor durakta. Etrafa gülüşlerini duyurmak değil derdi. Kendi kulaklarına ulaşmalı yalnızca. Yüreğini inandırmalı mutluluğuna. O kadar özümseyemiyor ki gülüşlerini, tınısı yükseliyor inandırıcı olabilme derdiyle. Şen gözüken kahkahalar uçuşuyor ellere.
Gözlerine bir kez derinden baksa içlerinden biri, hani arkadaş dedikleri… Acının haykırışını hissedebilirdi… Rengârenk ruhuyla tanınan, hayatın tüm canlı tonlarını içinde barındıran ve göz önünde olmayı seven benliği siyahlara bürünmüştü o gün. Benliğini yitirmiş ruhuyla müsemma olma derdiyle. Kafa dağıtım lığı diye yola çıktıkları, bunu da garipsememiş, “siyahta yakışıyormuş sana. Arada giyin böyle de“ demişti. Bundan sonra zaten karanlıktı ömrü, gönlü, yüzü… Sahi yakışmış mıydı ona bu hüzün örtüsü?
Önemsememeyi tercih ediyor. Önemserse nefes alamaz bilincinde. Düşünme yetisini bunlara yormamak derdiyle yola çıkmışken, kaybettiği renkli ruhuna takılmamalı. Etrafına bakıyor, dikkat dağıtacak bir şeyler görme telaşıyla. İlerde bir kız çocuğu çikolata yiyor. Yüzü gözü nasibini almış sırıtıyor. Ona gülümseyişi içini ısıtıyor bir nebze. İçten samimi bir gülücüğe hasret yüreği. Umarsız bir çocuk olmayı istiyor o an. Annesinin kız çocuğunu azarladığı ana kadar avunuyor. Çocuk kalabilseydi insan, çocukluk da masumluğunu yitirirdi, anlıyor o an. Anlık aydınlanmaların eşiğine varış, büyük acılarda kavrulmakmış. Mutluyken konduramamakmış. Mutsuzlukta kafasına inen balyoz etkileriyle hassaslaşmakmış. Hassas gözlerle bakıyor, görüyor. Önce çocuğun gülüşü soluyor, sonra kendi içinde bir buz rüzgârı esiyor. Tüm öfkesini o anneye kusmak istiyor. Dolu dolu gözleri, o masum çocuk yüreği nasıl da göremiyor annesi? Biraz daha orada durursa kendini tutamayacağının da farkında. Öylesine dolu yüreği, boşalmak için bahane arayışında. Etrafta sezdiği hareketlilik uzaklaştırıyor bakışlarını, o masum gülücüğü solan kız çocuğundan. Banklarda oturanlar kalkıyor. Ayaktakiler nihayet der gibi nefes alıyor. Elleri kolları poşet dolu, belli ki alışverişten dönen teyzeler. Pek yorgun gözüküyorlar. Herkesin başını çevirdiği yöne çeviriyor oda bakışlarını.
Kalabalık olmamasını umdukları tren geliyor nihayet. Herkes bir koltukta oturma telaşında dağılıyor ortama. O ayakta. Hiçbir koltuğa talip değil. Derdi başka. Mümkün olduğunca yorulmak, yorgunluktan yığılmak istiyor eve dönünce yatağa. Kaç gündür uykusuz, moraran gözaltlarını makyajla güzel kapatmıştı doğrusu. Bu da onun uzmanlık konusu.
Orta yerde dikiliyor ayakta. Zaten çokta kalabalık değil. Aklını oyalayabilecek bir şeyler arayışında bakıyor etrafına. Gözüne ilişen sevgilileri es geçiyor görmemişçesine. Diğerleri ilgi alanında olmalı. Her yüz farklı bir ahvali takınmış hayat telaşında. Kim bilir? Kimin yüreğinde hangi yara? Kaçında vardır heyecan doya doya? Durdukları istasyonda inenler – binenler bin bir karmaşa. Aklındaki karmaşadan uzaklaştırsın diye bakıyor onlara.
Üç genç giriyor ileride ki kapıdan. Birinin omuzunda asılı gitar. Diğerinin yaşının küçük olduğu belli. Para toplamak için bir şapka tutuyor sadece. Elleri cebinde olan siyah giyimli ise şarkı söyleyecek muhtemelen. Tam karşısına geliyorlar. Kendisine özel konser verilecekmiş gibi hissediyor, gülümsüyor gençlere. Unutmamak için cüzdanını yokluyor bir taraftan, önündeki şapkaya koyacak birkaç bozukluk arıyor. Hazırda bekliyor.
Tecrübeli elleriyle hızlıca çıkarıyor gitarını bir tanesi. Değiyor parmakları tellerine ustalıkla. Hüzün melodisi sarıyor, bir diğerinin içini yakan sesi eşliğinde etrafını. Hayır, istediği bu değildi…
“Kül olur aşkın zamanla. Yana yana yana yana…“
Yanıyor… En derinlerine attığı çığlıklar akıyor gözlerinden… Yanıyor… Ne zaman küle döner bu yara? Can yaka yaka kanatıyor. Her bir kaçışın aralığında. Zaman, ne zaman unutturacak? İçinde kalan sızıları. Öyle bir boşalış ki gözlerinden akıyor cümleleri. Farkında değil, tüm yolcuların seyrinde olduğunun. (şarkıyı söyleyen gencin görevi gereği inip, bir başka trene binmesi beklenirken) Farkında değil, bu gencin inmeyip kendisi için kaldığının ve aynı şarkıyı üçüncü kez söylediğinin, titreyen ellerinin, tükenen yüreğinin, farkında değil…
Hâlbuki hep görünen olmayı seven tarafını, o gün tarihe gömmüştü. Göz ardı edebilmekti her şeyi derdi. Kendini en başta belki. Kimse ilişmesindi… Çabası nafile. Tüm gözler önünde yaşıyor işte. Acısını, yabancılar eşliğinde. Arkadaş dedikleri çakılı kalmış yerlerinde. Belli ki şok halinde, anlam verememekte. Kahkaha atan kıza ne oldu böyle? … Çok değil birkaç gün öncesinde, takılı kalmış bir vedanın esaretinde.
…
İçimde kalmış onca cümleyi dökemiyorum.
Kalbim yanıyor,
Ellerim titrek,
Masam boş,
Kâğıtlar ürkek.
…
Bir el uzanıyor, ne zaman çöktüğünü bilmediği yerden kaldırma niyetiyle. Gücü yok ki, elini bir başkasına değdirmeye… Geri çekilen elin yerine bir mendil uzatıyor bu kez, yanık sesiyle dik duruşunu yerle yeksan eden genç. “şu haline bin şarkı yazılabilecek kadın, var mı söylememi istediğin şarkın?“ başını kaldırtan cümleyle o ana dönüyor belki de. Bir süre bakıyor gencin yüzüne. Göremiyor buğulu gözleriyle. Hıçkırıkları arasında nefesinin yetmediğini hissediyor. Sabırla karşısında bekleyen gence kızması gerek belki ama o borçlu hissediyor. Fark edilmeye ihtiyacı varmış belli ki. Kaçışlarının arasında, bir yeraltı trenin de hiç tanımadığı, bundan sonra hiç unutamayacağı lakin görse de ıslak gözlerinin hatırlatacak detayları bulanıklaştırmasından tanıyamayacağı, bir genç tarafından idrak ettiriliyor kendisine. Duygularının fark edilmeye, teselli edilmeye ihtiyacı varmış. Bu yüzden belki de borçlu hissediyor ya da o an onu düşünemeyecek kadar bitkin benliği neden mecburiyet hissettiğini dahi bilmeden güveniyor o gence. Ve cevap verme zorunluluğu hissettiriyor.
“ölüyorum ama dönemiyorum“ diyebiliyor sadece titrek sesi.
Ölüyor… Sonsuz ölümü dileyerek her gece… Yok, olma arzusuyla gömüyor içine dönülmezliği. Yanık sesli genç, uygun şarkıyı bulma umudunda dalıyor düşüncelere, yanında yere çökmüş halde.
Ölüyor ama dönemiyor, renklerini soldurmuş olan kız… Ölüyor ama dönemiyor…