2025 yılına doğru adım adım yaklaşırken, “Ömür Dediğimiz ne ola ki ?” diye düşündüm. Ömer Hayyam’a sormuşlar, “Nedir yaşamak?” diye. “Bir düş, birkaç görüntü…” diye yanıtlamış. İçinde derin bir felsefe barındıran bu sözlerin benzerini ben de bir süre önce, o zamanlar 90 yaşlarını süren anneme sormuştum. “Anne bu yaşına kadar neler yaşadın?” diye… Cevabı çok ilginçti. “Sadece sekiz veya on gün kadar bir zaman…” demişti.
Aralarında nerede ise 1000 yıl kadar uzun bir zaman dilimi var olan annemle ünlü şairin hayatı bize anlatmaları işte bu kadar yalın…
Birkaç görüntü veya sekiz on gün arası bir zaman diye tarif ettiğimiz kimimize göre sonsuz, kimimize göre sadece minicik bir an… Mutlu olmak için de, mutsuz olmak için de… Yaşamak için de, ölmek için de…
Hayat bir hediye, sahip olduğumuz ve kıymetini pek de bilmediğimiz ve hoyratça tükettiğimiz bir hediye. Sahip olduğumuz en değerli varlığımız aslında. Çünkü olmasa, biz de yok’uz!
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren gideceğimizi biliyoruz. Ne hüzün verici değil mi? Bir tek hayatımız var elimizde ve bunu nasıl değerlendireceğimiz de tamamen bizim sorunumuz. Bu zamanı nasıl değerlendireceğiz? Yıllarımız, günlerimiz ve saatlerimiz yıldırım hızıyla geçip giderken, verimli kullanabilmek için pek de çaba harcamıyoruz. Önceliklerimiz neler? Her sabah uyandığımızda, eğer o günü tam olarak yaşayabilirsek tabii, kutuya atılan tam 86400 saniyemiz var. Ne kadar çokmuş gibi gelse de, bu dünyadaki her şey gibi o da sonlu…
O halde bir soru sorarak devam edelim:
Sizce hayatın anlamı nedir?
Aslında hepimiz bir “yaşam amacı” ile doğarız. Bazılarımız hayatının amacını erkenden bulur, fark eder, bazılarımız ise, çok daha sonra ve o amacı bulana kadar hayatlarını acımasızca heba ederler. Ancak “hayatın anlamı”, hepimizin üzerinde anlaştığı kesin bir cevap olamaz. Bu sorunun cevabı herkes için farklıdır çünkü herkesin hayatı benzersizdir. Her insanın kim olduğunu ve ne yaptığını şekillendiren benzersiz bir yolculuğu vardır. Örneğin, içine doğduğumuz aileye göre, ülkeye göre, yaşam bizim için farklı gelişecektir. Hayata bakış açımız, kültürümüz, terbiyemiz, eğitimimiz, sosyal çevremiz kısaca bizi biz yapan her şey tamamen içinde var olduğumuz çevremiz ile ilgili.
Hani diyorlar ya parmak izlerimiz, gözümüzdeki retinamız hatta beyin dalgalarımız aslında tek ve benzersiz. Sadece bunlar değil, yaşam çizgimiz, hayatlarımız da birbiri ile aynı değil. Eşsiz ve benzersiz. Tek, bize ait. Başkası için var olmayan ama bizim için var olan hayatlarımız… Yaşamlarımız birbirinden değerli anlarla dolu, tabii bakmasını, anlamasını bilirsek. Yaşantımızda en mutlu olduğumuz ve bize değer verdiğini hissettiğimiz ne kadar an’ımız var ve bu an’ları birlikte yaşadığımız, yaşamımızı renklendiren insanlar…
Önümüzde kalan yıllarla ilgili hayaller kurup, onlara ulaşabilmek için çabalarken, geçmişimizin bize verdikleriyle, tanıdığı olanaklarla da mutlu olmayı başarabilmeliyiz. Bence şimdi tam da düşünme zamanı…
Yeni bir yıla girmeye hazırlanırken, yeniden dünyaya gelmiş olsaydınız ve seçme şansınız olsaydı, yine bu hayatınızı yaşamak ister miydiniz? Kimler bu soruya “Evet” der? Unutmayalım ki, hayat, paketlenip kenara kaldırılacak bir şey değil, sürekli değişen, yenilenen bir deneyim. Yaşayamadığımız anın geri dönüşü yok.
O halde, haydi! Şimdiden sonra, geriye kalan hayatlarımızı, dolu dolu ve sonuna kadar yaşamaya…