Her insanın hayatını kaleme alacak olsak ve yaşadığı büyük, küçük her bir korkusunu incelesek, karşımıza binlerce ve belki milyonlarca farklı korku çıkardı. Ancak içlerindeki en büyük ve yaygın olan korku, akıp giden zamana karşı olan olurdu. Bunun sebebi ise, bir insanın kontrolü dışında gelişen durumların doğuracakları belirsizliklerden kaynaklanırdı. Ne de olsa korkutucu gibi görünen olayların asıl gizemi, yalnızca zamanının bilinmemesindendi. Bazı durumlarda ise önemsiz gibi görünen o on saniyelik zaman dilimi büyüyebilir, korkunç bir felaketin kapsını çalabilir ve zaman en büyük düşmanımız olabilirdi.
Bazı yaşanan olaylar vardır idrak etmesi, kabullenmesi ve tepki vermesi zordur. İşte tam bu anlarda o korkunç zaman kavramı yardımımıza koşar ve bize ihtiyacımız olan, kendi kendimize kalmamızı sağlayan o alanı tanır. Ancak iyi gibi görünen o alanın içine dalan düşünceler, yaşanan olayın kalbimizde meydana getirdiği sıkışma hissi, bize tanılan alanı daraltır ve nefes alınamayacak kadar küçük, karanlık bir kutu hâline getirir. İşte tam o anda fark edilir ki yardımımıza koşmuş gibi görünen zaman, sadece ruhumuza yapılan bir işkenceye dönüşür. Bunun en büyük örneği ise korku ve stres anlarında gün yüzüne çıkar çünkü bir insan içine o korku hissinin düştüğü andan itibaren başta duygu ve sonrasında da zaman kontrolünü olmak üzere kendi bedeninde kurduğu tüm o otorite yetkisine veda eder. Zaman yüzünden kaybedilen otorite yetkisinin benliğimle en çok birleştiği eser ise Salvador Dali’nin Belleğin Azmi tablosudur, çünkü kontrolü kaybedilen duygularda aynı eserdeki gibi akar gider ve insan ruhunda toparlanamayacak sonlara ev sahipliği yapar.
On dokuz yıllık hayatım boyunca önüme sunulan eğitim, eğlence, yeme, içme gibi tüm fırsatları sonuna kadar değerlendiren biri olarak hayatımda hiçbir zaman için korku ve kaygıya yer yoktu. Ne de olsa o olmadıysa öbürü mutlaka olurdu. Olmazsa da babam mutlaka bir yolunu bulur ve oldururdu. Ancak zor yoldan da olsa öğrendim ki, hayatta her şey beklenildiği gibi gitmezdi. Zaman bazen insanlara hoş olamayan sürprizler yapabilir ve on saniye gibi az görünen bir zaman insanı on sene yaşlandırabilirdi. Bekledim dokuz az boyunca annemin kardeşimi doğurmasını ve onu kucağıma alacağım günü bekledim. Hatta bu bekleyişi o kadar heyecanlı ve istekli bir şekilde yaptım ki, çevrede bulunan tüm o doktorları bile içinde bulunduğum o mutlu zaman dilimine dahil ettim ve her şeyin bir sonu olduğu gibi, bekleyişimin de bir sona ulaştığı o güne kadar bu durumu devam ettirdim. Ancak o gün pencereden izlediğim doğumun on saniyesinde içime yerleşen korkunun bedenimden ayrılması dört ayımı aldı ama ruhumdan da hiçbir zaman ayrılmadı. O on saniye… Anlatamam belki ama o an gerçekten ölüyorum sandım, hatta biri kalbimi avuçları içine almış, acımasızca eziyor zannettim. Ben o on saniye boyunca belki ölmedim ama ölmeyi diledim, çünkü o holter cihazına baktım ve o on saniye boyunca annemin nabzında hiçbir hareketlilik göremedim. Belki aradan sadece on saniye geçti ama ben o an on yıl yaşlanmışım gibi hissettim.
İşte bu sebeptendir ki, zaman bir insan en büyük kurtarıcısı olurken, en büyük düşmanı ve korkularının ana kahramanı da olabilir, çünkü bilinmeyen bir geleceğe giden yolculuk her zaman hatasız ve kusursuz geçmez. Bu yüzdendir ki on saniye dahi olsa önemsiz deyip geçmemek gerekir, çünkü az gibi görünen o on saniyenin önemini sınava on saniye kala kapıdan alınmayan YKS öğrencisine, trafikte sağdaki arabayı görmeden sağa kıran şoföre, sevdiği içeride ameliyattayken kapı önünde bekleyen hasta yakınına sorduğumuzda o önemsiz gibi görünen on saniye hayati bir değer kazanır. Ne de olsa geri dönülemeyecek sonuçlara sebebiyet veren olayların yaşanması on saniye bir kenara, bir saniye bile yeterlidir.
KAYNAKÇA: Kapak Görseli – Dali, Salvador. Çağdaş Sanat Müzesi. 1931. Yağlıboya. New York