İnsan en ilkel tabirle hayatta kalmak adına her koşula uyum sağlayabilen bir canlıdır. Sanırım böyle olmasaydı tarih sahnesinde yerimizi koruyamazdık.
Hayatta kalma dürtüsü, yaradılışımızdaki kodlardan biri.
Yaşam, sadece insanın değil tüm canlı türlerinin de ortak alanı. Ve bu alanda tüm türler, kendi formlarında hayata tutunma mücadelesi verir.
Bir at da bir ot da bu mücadelenin içinde yer bulur kendine. İşte tam bu noktada insan; diğer canlılardan farklı olarak, kendisine verilen bilgiyi; üretme, kullanma, çoğaltma becerisiyle, iradesiyle, bilinçli tercihleriyle “hayatta kalma dürtüsünü” bir adım öteye taşıyarak buna “yaşamak” der..
“Esas olan sadece yaşamak değil, insana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır.” diyen Nazım Hikmet’in de vurguladığı gibi…
Buradaki temel mesele, insana neyin yakışacağıdır aslında.
Her birimizin hayat yolcuğunda motivasyonları başka başkadır. Yaşamak için sebeplerimiz ideallerimiz, beklentilerimiz bu yolculuktaki duruşumuzu ve çoğu zaman da yol haritamızı belirler. Bizler farkında olarak ya da olmayarak bu itici güce sahibizdir. “İnsan ne için yaşar?” sorusunun cevabı hepimizde farklı bir yankı bulur.
Kimi bir dava uğruna ömrünü verir;
Kimi altına gümüşe, mala mülke gönlünü verir.
Kimi sevdası aşkı uğruna çileler çeker, dağları deler.
Kimi üç kuruş menfaat için dostunu eler.
Kimi şerefi onuru için, namerde boyun eğmez aç gezer,
Kimi pasta için el etek öper.
Kimi için yaşamak yemek içmek eğlenmektir,
Kimi için bir yaraya merhem olabilmektir.
Kimi hayatını hakikati aramakla geçirir,
Kimi bir ot gibi sorgusuz sualsiz hayatını tüketir.
Hasılı, insan kendi yaşam motivasyonuyla diğer canlılara fark atmayı da tercih edebilir, bir otla aynı kaderi paylaşmayı da..
Sevgili Okur;
Otun kaderi biçilmektir!
Sen ne için yaşıyorsun?