İnsanoğlu bekler. Beklediğinden habersiz bekler, beklediğini fark etmez bile. Çoğu zaman birinin ona bunu hatırlatmasını bekler. Önüne çıkan ipuçlarını, inceden mesajları ve hatta sosyal medyada öylece önüne düşüveren yazıları görmezden gelir. Beklediğinden bihaberdir.
Herkes ona güler yüz göstersin diye bekler, evde eşi yemeye bulaşığa yardım etsin diye bekler, güvenebileceği arkadaşlıkları; dostları olsun diye bekler. Başarılı olmayı bekler, mutlu olmayı bekler, işin özü beklerde bekler. Bunu ne dile getirir ne de beklentileri için harekete geçer ama istedikleri olmayıp da beklentileri karşılamayınca onu kocaman bir hayal kırıklığı kucak açıp bekler.
Peki ey insan, güler yüz görmek istediklerine güler yüzle yaklaşıyor musun? Yahut yardım beklediğin birine bu isteğini dile getiriyor musun? Yahu müneccim boku yemedi ya kimsecikler, kolay kolay hiç kimse senin düşüncenide okumuyor, o halde ne bekler durursun?
Hayat denilen bu çemberde döner dururuz da, çoğu zaman bulamayız yolumuzu! Önce dön bir bak kendine ben kimim, neyim, kimden neyi niye istiyorum? Bir şeyler istediklerime, ben ne kadar ne veriyorum? Dünya tahterevalli misali, bir ucuna ağırlık koyup da diğer tarafı boş bırakırsan olmaz! Yaşam döngüsü için, alma verme dengesi pek bir önemli, vereceksin ki alasın! Vermeden istemek olmaz! Peki tamam verdin, baktın ki alamıyorsun ee tamam o zaman paket yanlış ellere teslim edilmiş demek oluyor bu! Yok ama şöyle de bir gerçek var ki verdiklerin bazen aynı yerden dönmez, sen verirken kafan rahatsa, koy bir de elini yüreğine orası tamamsa oldu bitti. Hem ne demiş atalarımız; “İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir.” Balık cahil, balık düşkün, balık ihtiyaç sahibi sen at bir balığı denize gerisi kolay!
Durum şu ki, yaşamın içindeki dengeden haberdar olacaksın. Dengeyi bulamazsan, ya bencilleşir, ya aptallaşırsın!
Hep bana hep bana, yok öyle yağma! Hep sana, hep sana da olmaz ya, genelde insanoğlu bencilleşiveriyor bu zamanda, pek yazık!
Yakınımızı kaybediyor, ona değil kendimize üzülüyoruz! O gitti ben şimdi ne yapacağım onsuz diyoruz! Ne acılar çekti, hastaydı belki yahut ölmek kolay mıydı sahiden bilmiyoruz. Belki oda biraz daha vakti olsun isterdi işte bunu düşünmüyoruz. Vay efendim ben onsuz ne yaparım, sonrası o olsa şöyle olurdu! Haydi söyleyin bana hiç düşündünüz mü yahut sorabilme fırsatınız oldu mu ölmeye yakın birine ölmek isteyip istemediğini, yarım kalan işlerini? Yok değil mi? Cevap genelde, hayırdır.
Ve dahası bu dünyada kalan hep gidene sitem eder, terk edilen terk edene söylenir de onu çoğu zaman alçak, zalim, hain, duygusuz ilan eder! Belki klasik olacak ama bilir misiniz; “Gitmek mi zor, kalmak mı?” ben gittim sonra kaldım, gittim sonra yine kaldım… İkisi de pek bir zor ya gidenin gittiği yeri bilmeden gidişi, gittiği yere alışması inanın pek bir zor!
Şimdi söyleyin, vermek mi zor almak mı? Alan borçlu hissetmez mi yani? O kadar beklentiye girmek kolay mı, yükü ağır değil mi sahiden; borçlanmışlık daha ağır gelmez mi insana?
Vermek çoğu zaman daha iyi gelir bilesiniz, üstünüzde yük yoktur; borçlu hissetmezsiniz kendinizi. O verdiklerini hesapsızca kitapsızca verdiğinde, inan beklemezsin de bir karşılık. O sana gelir, bulur seni. Vermişsindir bir kere, Allah kulun kulda bırakmaz!
Sen dünyaya verirsen yaşam çiçek açar. Tıpkı cam kenarındaki saksıda suyunu eksik etmediğin o çiçek gibi.
Yoldan aldığın o çöp yolu güzelleştirir de bambaşka bir düzene sebep oluverir. O yolu temiz gören çöp atmaya çekinir. Hem sen güzellikler içinde görürsün hem yol memnun ve o yoldan geçen niceleri memnun. -İstediğin oldu mu? Karşılık beklemeden yaptığın; döndü mü sana, ona, buna…
Beklemeksizin yaptıklarından Allah haberdardır. Var mı daha ötesi? Sen aradığında arkadaşın sana dönerde Rabbim kulunu bilmez mi? İçini de dışınıda bilen bir Allah! Sen dünya işlerinde dengeyi sağla, bazı iyilikleri de atıver balık misali denize. Attığın balık nedir ki koca okyanusların sahibinin serveti yanında?
Sorarım, insanoğlu beklerken ne veriyorsun bu dünyaya? Yoksa unutuyor musun, her şeyi veren de o, alan da!