Kaybettim, onca şeyi kaybettim.
Yaşımız genç, neyimiz vardı;
“Kaybettim” diyecek kadar.
Kısacık ömre ne sığdı ki?
“Kaybettim” diyecek kadar.
Birkaç uzak kadınlar, cahiliye aşklar, ufaktan aile gürültüsü,
Birkaç yakın arkadaş süsü,
Sırtında onca yaş, hayat dolu büyük sözleri ve gözleri.
Neyi tuttuk, neyi gömdük ki?
“Kaybettim” Diyecek kadar.
Boş iskemlenin boş oturanlarıyız işte.
Ne elde ettik ki neyi kaybedelim.
Yazımız kötü, hayıflanmak gülünç,
Kimi ne ahkam kesen büyüklükler,
Kimi ne sahte yaşam dolu çocuk gülüşleri.
İşte bütün mesele bu;
Bir meselemizin olmayışı,
Olmadan yalancı sahiplenişimiz.
Kendimize olmayan kederler yaratmamız,
Üstüne bir de takınmamız.
Her sabah giydiğimiz ceket gibi üstümüze geçirmemiz,
Tüm gün bizimle gezdirmemiz,
İşimiz bitince de köşeye rafa kaldırmamız,
Vakit geçmeden yenisini üstümüze almamız.
Mevsimler gibi değiştirdiğimiz kederlerimiz,
Ellerimizle kendi kılıfımızı hazırlamamız.
Hepsi bizim elimizden,
Aslında bir şey tutmadık, öyleyse neyi kaybettik ki?
Bizde olmayanı nasıl kaybederiz?
Nasıl kaybetmişiz gibi davranabiliriz?
En iyisi bir cam açmalı,
Göğün tepesinden bakmalı,
Üstüne keder takınmış ceketli kemikleri izlemeli,
Sonra kapıya dönmeli, üstümüzdeki ceketi asmalı,
Çıkmalı dışarıya.
Öylece ceketsiz çıkmalı dışarıya.
Öylece Ceketsiz Çıkmalı Dışarıya
Yazar
1 Yorum
1 Yorum
👏👏👏