Özgürlüğün Zehri

Hilal Uluğ 190 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Kurallarla örülmüş kafeslerin özgür kuşudur insan. İsterse dışına çıkıp kaos doğurur, helâkını inşa eder; isterse içinde kalıp güvenli ve huzurlu bir yaşamda kendi sınırlarını tanır. Kanat boyu mesafe koyar diğer insanlarla arasına. Herkesin özünü yaşayabileceği kadar alana ihtiyaç vardır elbette. Fakat bazı insanlara yetmez, sıkılır; başka menzilleri de görmek ister. İşte o zaman kanatların birbirine çarpma sesleri duyulmaya başlar. Anlayacağınız, haddi aşmıştır birileri.

Peki, özgürlük gerçekte nedir? Sürekli isteklerini başkalarına ya da kurallara göre yontmak zorunda kalan gerçek manada özgürleşebilir mi? Maddesel boyut için bu imkansızdır. Sadece hayallerimizde, o zihnimizin kimsenin bilemediği ve göremediği kıvrımlarda, gerçek özgürlüğü tadabiliriz.

Sorular cevapları çağırıyor, ancak cevaplar da sorulara gebe olarak geliyor dikkat edersek. Bu noktada tam anlamıyla özgür olamayan bizler için de şunu sormalıyız: Özgürlük iyi bir şey midir? İnsanın her istediğini, istediği zamanda ve istediği şekilde yapabilmesi, beni fikir olarak Orta Çağ Avrupa’sına götürür. Önlerine gelen evlere ellerini kollarını sallayarak giren eli silahlı askerlerin istediklerini aldıkları film sahneleri canlanır gözümde. Sınırsız bir güç ve otoriteyi arkasına almış insanların her istediğini alırken nasıl bir kaos makinesine dönüştüğünü hayal etmek hiç de zor olmaz.

Bizler, zaaflarının yanında erdemleriyle, güçlü karakterinin yanında zayıflıklarıyla, hayra meyl eden cevherinin yanında bencilce isteklerinin peşine düşen nefsiyle birlikte donatılıp yaratılmış varlıklarız. Yani, koşulsuz özgürlük sunulan bir insanın eylemleri tüm bu yapı taşlarından beslenmektedir. Ağır basan yönüne göre iyi bir karakter sahibi olsa da mesela, özgürlük daha çok bastırılmış duygularına hizmet etmeyi emredecektir. Tehlike çanları tam da bu noktada çalmaya başlar. Zorlu bir sınavın öğrencileri olarak kulluk dersini vermeye çalışıyoruz hepimiz. Yani, yanlışa meyli olmayan meleklerden değilken sınırları aşan insanların neye dönüşebileceklerini tahmin etmek hiç de kolay değildir.

Herhangi bir canlının koşulsuz bir özgürlük şansını yakaladığı bir zaman hiç var olmuş mudur? Hiçbir canlı bu yapının dışına çıkmamıştır, niyet eden de bilinen şekilde cezalandırılmış ve kendi helâkına sebep olmuştur. Eşref’i mahlukat olan insan bile ilk yaratılışından sonra bazı kurallar ve cennet denilen bir mekanla sınırlandırılıp bırakılmıştır. Dünya denilen tuzak yurdunda da kendi başına bırakılmasını beklemek akla muhalif davranmak olur.

Elbette kurallar aklının ufkunu saran her noktayı sarıp soru işareti bırakmayacak şekilde kaplayacaktı. Yine de helal dairesi o kadar geniş bırakılmıştı ki sıkılmadan uçtuğu mesafelerde diğer kanatlara çarpma olasılığı neredeyse hiç yoktu. Her sınavda olduğu gibi tuzak sorular ile zorlu bölümler, en iyileri daha iyi yerlere taşıyabilmek için tasarlanıp konulmuştu. Bir elekten geçip de adaletsizlik olmasın diye, herkes kendi seviyesine göre bir yerlere yerleştirilebilsin diye hazırlanmıştı bu kısımlar.

Aslında dikkat ederseniz kötü olan özgürlük değildi. Özgürlüğünü ne tarafa doğru esnettiğinle ilgili bir mesele bu. Yanlışa doğru arasında kaldığında yolunu bulup doğruyu seçebilmen için verilmiş bir anahtardı özgürlük. Kimi insanlarsa “Bu kapı kimin evinin bir parçası?” diye sormadan her önüne geleni zorlamaya kalkınca zararlı bir silaha dönüştü. Özgürlüğü kafana göre tanımlama hakkı vermiyordu özgürlük. O sadece yolunu ararken emanet bir araçtı. İnsandan insana yol alınca sahibine teslim etmeyenler yüzünden adı çıktı biraz da.

Aslında özgürlük bütün bir terim de değildi. Parça parça her ihtiyaç duyulan yere uyan bir yapısı varken görülemedi. Herkese göre ayrı bir tanımı çıkabilecekken anlaşılamayan yönü aklın gölgesinde kaldı. Büyütemediği uzuvları çürüyüp zehir oldu o zaman. Ilık ılık aktı insanların dimağlarına. “Sen her şeyi hak ediyorsun, istediğini yapmakta özgürsün,” dedirttirdi nefsine. Benliğini kaplayan bir zombi mantar gibi nefsi hâkim kılınca bedene, fıtrat değişti. Tüm yanlış yollar birden mubah oluverdi. Bu zehir başka hiçbir şeyin zehrine benzemez ki.

Bir insan en ölümcül zehri bile alsa biraz acı çeker ve ruhunu teslim eder. Acıyı çeken bir kişidir, ölen bir kişidir. Peki ya bu özgürlüğün zehrini alanlar için durum nasıldır? Ruhları acı çekse de fark etmeden güçleri oranında bir sürü insana acı çektirirler ve bazen de canını alırlar. İşte bu noktada toplum bozulmaya doğru gider. Çünkü dengeler bozulmuş ve refahın yanında acı da eşit dağıtılmıyordur artık.

Özgürlüğün acı suyunu çıkarmadan, şekil vermeye çalışmadan ele almalıdır insan. Başıboş değiliz. Her sorunun cevabı bırakılmış peşimizden bu dünyaya. Soruları sormak da cevapları aramakta kulluğa dâhildir. Buradan bile bakınca, bütün yolların başlangıcında insan var. İnsan kendini bilmek için sorular soruyor; bu soruların cevapları yeni soruları bünyesinde saklayarak geliyor ve bu şekilde yollar yollara bağlanıyor. Tekâmül denilen yolculuk adım adım vücut buluyor ve her bir yolun başında sen özgürce seçebil diye doğruyla yanlış kol kola duruyor. Sonuna kadar birini seçmekte özgürsün. Seçebiliyorsan zaten özgürsün.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Hilal Uluğ
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version