İnsanlığın özündeki en temel duygulardan birisi özgürlük hakkıdır. Özgürlük hakkına kısaca değinmek isterim; onun öncesinde bu hakla eş değerde olan iki hak daha su yüzüne çıkar. Bunlar yaşama ve adalet hakkıdır. Bir nefesle başlayıp bir nefesle biten bir hak bedenimizin en temel yaşam formunu oluşturur. Yaşama bağlı ve onunla gelişip büyüyen hak adalet hakkıdır. İnsan doğası gereği hep adalete muhtaç kalmıştır. Birbirlerine zincirlerle bağlı olan bu haklar sonsuz çölde bir vaha gibidirler. Samanyolunda kala kala üç tane kalmış sitarelerdir.
Özgürlük hakkına gelecek olursak; evren o kadar çok hızlanmaya, dünya o kadar şiddetli ve dinamik dönmeye başladı ki; maalesef âdemoğlu yetişmekte zorlanır oldu. Doğuştan bize sunulan haklar küçüle küçüle bizi benliğimize uzak etmeye başladı. Misal verecek olursak; çok basit bir konuda bile acaba hakkımda ne düşünürler demekten kendimizi alıkoyamaz olduk. İşte herkesin tatbik etmiş olduğu örneğimiz doğuştan bize bahşedilen özgürlük hakkımızı gözaltına almaya başlıyor. Gündelik hayatta ve kafamızın içinde bu durumla o kadar sık karşılaşır olduk ki bir süre sonra kendimizi kontrol edemediğimizin farkına bile varamamış olduğumuzu görüyoruz. En zoru da bunu kabullenmek. Bize sunulan bir hak var, evet tamamen kusursuz değil ama sonuçta değerlendirebilmek bizim elimizde. Bizse bu nimeti sırf insanların amiyane tabirle kirli ve baygın ifadeleri, imaları yüzünden nimetimize uzak kalmayı tercih ediyoruz ya da etmek zorunda kalıyoruz.
Bir yandan da hem özgürlüğümüze kamçı vurulurken bir yandan da sorgulamayı ihmal etmemek bu durumu az da olsa yola koymaya çare olabilir. Naçizane tezimiz şu olmalı ya da kendimize sorarak bir çözüm yolu için adım atabiliriz.
Ne kadar özgürüz?
Ne kadar özgür olabiliriz?
Fark ettiyseniz insanları duymayıp özgürlüğe kavuşabilir miyim diye sormadım. Evet cevap verdiğinizi hisseder gibiyim.
-İnsanları duymamak mı? Ne mümkün.
Evet öyle sosyal hayatta birçok ortamda bir sürü insanla iletişim halindeyiz. Bunun getirisi belki çok az ama bizden en çok da özgürlük fikrinden götürüsü ne yazık ki kayda değer.
Velhasıl özgürlük damarlarımızda, kanımızda, ruhumuzda, aklımızda, kalbimizde her yerde izini bırakmış vaziyette olabilir ama mühim olan bunu ne kadar pratiğe dökebiliyoruz. Ya da özgür olmayı, özgür kalmayı ne kadar çok istiyoruz. Bunun için ne kadar çaba sarf ediyoruz. Ya da tercihlerimize razı olup boyun bükmeye devam mı edeceğiz? Kafesimizden çıkıp kanatlanmak, gerçekten istediğimiz hayata el uzatmak için ne bekliyoruz. Bir işaret mi lazım? Ya da işareti verecek cesaret kornasını mı çalmalıyız? Palas pandıras yaşamaya devam edip özgürlüğü arka odaya kilitlemek mi doğru olan? İlk yapılacak olan şey şu olmalı elimizi kalbimizin üzerinde gezdirip kan pompalayan asıl özgürlüğe kulak vermek.
Kenan hocam geleceğe sizin gibi ışık tutan yazarlarımız olması
Bu kafeslerin anahtarı olabilir
Umarım temenniler doğru yola çıkar
👏👏👏
Kaleme her vurduğunda elin
Ne derman olduğunu mu yazar mı ki kelamına
Zati olan olur da zaman dır sonuçda
Ne emel varsa kendinde kılar ki o olur önünde
Ne olana söyler emaneti nede giden vesile kılar
Olan yaşananlardaki gelçekliği değil ki
Muhtaç olduğunu görmekdir varolduğuna
Söz ne kadar iz olsada tarihdir. Kılan kim olduğuna
Biz özgür bir milletiz ve asla bu hakkı vermeyiz kimseye sonuç da ve nerde bir baskı olsada orda bitmiş tarih boyunca ama unuttuk galiba kimliği…