Yalnızlık benim ikinci adım gibi. “Niye?” diye soracak olursanız, “seviyorum be” yalnızlığın içinde kaybolmayı. Hayallere, düşlere yolculuk, içimin ta derinliklerine doğru yolculuğu seviyorum galiba. Bu dünyadan ayrılmış gibi, uzay boşluğunda kutsal ışığa doğru çekiliyor gibiyim. Hiç başım dönmüyor.
Ne evladım, ne anam-babam, hiç kimse yok o alemde. Sadece kendi varlığımı, kendim hissediyorum. Sanki kin, nefret, acımasızlıktan arınmış gibiyim. İnsan gibi hissediyorum fakat gölge gibiyim. Alemlerden alemlere doğru yüzüyorum. Yıldızlar, galaksiler, gezegenler ve ben, felekler aleminden dünyaya tekrar süzülüyorum. “Dön” emrine uyuyorum, zamanım gelmemiş. Nefesi teslim etmek sahibine ne bir saniye önce ne bir saniye sonrasıymış.
Gözlerimi hafif açtığımda, deniz kıyısı gibi bir yerdeyim. Çam ağaçlarının kokusu burnumda kıvrım kıvrım tütüyor. Gözlerimi dikmişim deniz analarının kayboluşlarının bıraktığı boşluktan, diğer canlıların boğuşmalarına tanıklık etmeye. İnce ince, sanki sadece denize yağan yağmur damlalarının bıraktığı halelere. Doğa her zaman cömerttir, cömert olmasına da insan bunu her zaman idrak edemez. Bir dilenci gibi, insan insana dilenir durur. Unutur varoluşunun gerçek sahibini. Onu geçmek ister gibi, tanrısal davranışlar sergiler ve yorulur.
“Melek, Melek, Meeleek!”
Bir el tarafından şiddetle dürtüldüğünü Melek fark etti—kendine geldi. Gözlerini tamamen açtı, dünyaya bir bebek gibi bakıyordu sanki. “Ne yapmaya çalışıyorsun?” der gibi göz göze geldiler Nur’la.
“Melek, ne oldu sana? Bayıldın mı, uyuyakaldın mı? Bir saate yakındır bu dünyada yok gibisin.”
“Ah canım benim Nur, iyi ki varsın valla. Gittim geldim öteki dünyaya, güneş başıma vurdu galiba. Nereleri dolaştım geldim bir bilsen, anlatsam bile inanmazsın. Bu tatil bana yaramadı, elalem. Duygularım, düşüncelerim tatilde değil; benimle.”
“Tamam Melek’cim, abartma o kadar. Sadece bir rüyadan ibarettir bu hayat. Uyuduğunu zannedersin ama aslında uyumuyorsundur. Çok fazla sorgulama bu yalan dünyanın, yalan dolan cilvelerini, anda kal.”
“Öyle mi diyorsun Nur?”
“Tabii ki. Gülüşünü, huzurunu kim elinden almak istiyorsa boş ver gitsin. Çok şey biliyorum fakat ne yapacağımı bilmiyorum diye düşünüyorsun ve bu düşünce seni derinlere daldırıyor. Çok fazla odaklanıyorsun bu düşünce formuna. Sorun bu olabilir mi?”
“Evet, galiba bu bana kötü hissettiriyor.”
“En iyi yaptığın şeyi düşün. Gel, bu düşüncelerini parçalara bölelim. Birinci adımın hangisiyle ilgili olurdu?”
“Buldum galiba! Düşünsel hayatta yer almak, öyküler, hikayeler yazmak. Buradan başlayabilirim.”
“Tamam. Şimdi hemen sakin bir kafayla, dingin, dinlenmiş, öteki alemlerde gezmiş, dünyanın sıkan yanından uzak bir kafayla bir yazı bekliyorum senden.”
“Yapabilirim bunu, değil mi?”
“Dilenci gibi insanlardan sevgi-saygı dilenmek, üzülmek yerine en iyi yaptığın işi hemen yap. Kararlılıkla kendine saygı duymayı öğren. Dışarıdan beklediğin her şeyin senin kuruntun olduğunu fark et. ‘Beni sevmiyorlar’ dediğinde, bu senin ürettiğin bir şey. ‘Beni sevsinler’ istiyorsun ama bu tarz düşünce, duygu ve beklentiden uzak durmalısın. Bu tarz beklentilerin sonu tam bir hüsrandır. Diğer insan sana istediğini veremeyecektir. Gerçeklerle yüzleşmen gerek.”
“Kendine değer verdiğini göster, zihnini sustur ve kendini bir yazıyla ödüllendir.”
Melek, hemen oracıkta, yüze yakın yazmış olduğu, yıllardır biriktirdiği taslaklardan birini seçti ve bir tanesini düzenledi. İlerleyen günlerde bir sitede yazısı yayınlandı. O günden sonra kendini kabul etti ve kararlılıkla değerli hissetmeye çalıştı. Kararlarını duygularıyla değil, daha analitik bir şekilde ele almaya başladı. Bulunduğu ortamlarda onu rahatsız eden ne varsa, onları orada bırakmayı, onlarla yüzleşmeyi tercih etti. O gün yaşadığı buhranlar yeniden filizlenmesine sebep oldu.
İçi sevinçle doldu taştı. Hayata artık daha ümitvar bakıyordu. Karamsarlıktan nispeten kurtulmuş, kararlılıkla yoluna devam edebilir hale gelmişti sonunda.
Uykuya o gece daldığında, yine Nur ona bir şeyler anlatmaya başladı.
“Dibe batmaktan korkmayın. Kaybetmek zamanla kazanmaya dönüşüyorsa, doğru yoldasın. Ruhun, sen kaybettikçe eksikliklerini sana fark ettirmeye çalışır. İnsanın insanla olan ilişkisi, insanın yurdu değil de kurdu oluyorsa, Yaradan’a giden yola aracı değilse, insanın motivasyonu güçlenmiyor. Aksine insan, insana hükmetme arzusu içinde debelenip duruyordur. Sen de kendini fark ettikçe içindeki manevi yönünü keşfe çıkarsın. Korkularınla yüzleş ve küçük bir adım at. Göreceksin, hayatında çok şey değişecek. İlk adımı attığında büyük bir korku duyarsın. İkinci adımda ise bu, büyük bir coşkuya dönüşür.
“Kendinle ilgili hemen bir karar daha al Melek, ikinci adımın ne olacak? Neyi en iyi yapıyorsun? Sende kimsin? Ben senin içindeki Melek yanın. Dert varsa deva da senin içsel gücünü açığa çıkarmanla mümkün. Hiçbir şeyi dışarıda arama. Her ne oluyorsa, senin içinde oluyor.”
“Öyle mi?”