İşine aşık bir adam gardaşım, her zamanki dostum Yetkinle öğle saatleri göl kenarında çay yudumlarken arayıverdi. Tam hesabı ödeyemedik, kartı getir diye takılacakken, gelin sizi milli parklar aş evine götüreyim demesin mi! O da ne ki? Koş Yetkin, biri bize ziyafet çekecek diye düşlemedik tabi ki. Yetkinin gözlerinde bayramda poşetini şekerle tıka basa doldurmuş bir çocuk neşesi belirdi. İnsan hariç her şey aşık bir adamda beliren bu duygu gayet normaldi.
Neyse gittik. Önce yeşil yoncaları elimizle askeri usul yoldurup çuvala doldurttu. Sonra depodan bir balya da kuru yonca. Düştük yola. Sonumuz hayrola. Öyle dere tepe falan gitmedik. Manzaralı bir bir yolu kısa zamanda kat ettik. Solumuz göl, sağımız olabildiğince orman. Gökyüzü yağmura hazırlanan bulutlarla dolu. Ha yağdı, ha yağacak.
Arabaya koyduğunuz piknik malzemelerini benim canlarım dediği ceylanlarının güzel bir ziyafet yapmaları için mütevazı bir sofra hazırladık. Hem önceden koyduğu kayıt cihazı ve ilahi kayda teslim ederek ilk sofrayı aracıkta bıraktık. Sonrası aynı. Birkaç yere daha aynı sofrayı kurup ormanını sahipleriyle baş başa bırakmak en güzeliydi. Çalıların arasında tüm ihtişamlı ile duran ekşi kulağın tadı yetkine annesini yad ettirmeye yetti. Bir kilo metre kadar geride kalan dumanı ile çayın buharının dansa durduğu mekanda mola vermek ayıp olurdu. Durduk. Gökyüzü çok cömert bir şekilde tüm nebatatı dakikalarca suladı ve biz izledik. Doğanın asıl sahiplerine hazırladığımız sofra ile ısınsa da, yağmurun serinliğinde üşümek de bir o kadar güzeldi. Görmek istediğimizi görmesek de, yapmak istediğimizi başarmanın gururu ile istikamet kürkçü dükkanı.
Ve akşam oldu. Dağıldık darul saadete. Teşekkürler ormancı….