Her Cuma annemin eteğine yapışıp sadece pilav yemek için giderdim mevlitlere. Bir seferinde bu cuma pilav yokmuş diye söylenti çıkmıştı. Aşağı mahalledeki çocuklara kadar gitmişti haber. Hemen elimizdeki çelik çomak, taş, sopa ne varsa bırakıp acil toplantı düzenledik. Olay yerine gitmesi için üç kişi lazımdı. Pilav olmayacağı için kimse görevi üstlenmek istemeyince portakalı soyduk ve başucumuza koyduk. Hem daha lezzetli bir yiyecek de verebilirler diye onları yüreklendirip biz de kapı önündeki yerimizi aldık. Dikkat çekmemek için bir kısmımız ayakkabıları düzenliyordu. Ben de içeriyi gözetliyordum. Kalabalık geçen haftalara göre çok azdı. Son dualar da ruhlara hediye edildikten sonra kalabalık dağılmaya başlamıştı. Bunu beklemiyorduk. Geri çekilip bizim ekibin çıkmasını beklerken hayal kırıklığımız sokaktaki kedilerin bile boynunu bükmüştü. Zeynep elindeki eşarbın ucunu yerlere sürüye sürüye yanımıza gelen ilk görevliydi. Avucunu açtığında yarısı eline yapışmış lokumu görünce, ben yokum dedi, Ahmet. Diğerleri de onu kafasıyla onayladı. Yapacak bir şey yok gibi görünüyordu. Üzerimize sinen gül suyu kokusuyla evlere dağıldık.
Akşam yemeğinde sofradaki pilavı görünce, bir daha asla o kadar lezzetli pilav yiyemeyeceğimi yeniden hatırladım. Şehriyelerden dolayı olabilir miydi? Hemen tabağımdakileri ayıklamaya başladım. Daha yarısını bile ayıramadan babam, “Nimetle oynama düzgün ye.” diye, terslemiş çok sinirlenmişti. Annem girdi araya, “Biliyor musun, yapamayanlar mahcup olmasın diye hoca yemek işini kaldırdı. Bugün neredeyse cemaatin yarısı yoktu. Herkesin mi işi çıkar, günahlarını almak istemem ama eğer düşündüğüm gibiyse Allah affetsin.” Pilav boğazımda kalacaktı az kalsın, suyu zor yetiştirdim peşine. Ağlamaklı bir sesle, “Ne düşündüğün gibiyse anne?” deyip bir kez daha yutkundum. “Ne olacak, eğer sadece yemek için geldilerse bu zamana kadar Allah affetsin yatacak yerleri olur mu bilmem!” Korkudan uyuyamadım o gece. Birden Salih Amca geldi aklıma. Herkes onun, Allah’ın sevdiği kulu olduğunu söylüyor, hatta babam bunun için yemin bile ediyordu. Salih Amca başından geçenleri her anlattığında, vallahi Allah’ın sevdiği kuluymuşsun, diyordu. Üç kere yanı başına yıldırım düşmüş. Sonuncusunda banka kuyruğundaymış. Bakkal Hacı Arif Amca gelmiş peşinden. Yaşlı diye hürmet edip sırasını ona vermiş. Yıldırım hemen önüne düşünce oracıkta teslim etmiş ruhunu hacı amca.
Ondan iyisini bulamazdım. Sabah erkenden düştüm yola, bir an önce gidip benim için Allah’a dua etmesini isteyecektim. Yağmur ince ince atıştırıyordu sokağın başına geldiğimde. Varmama üç ev kalmıştı ki şiddetli bir gök gürültüsüyle yağmur da hızını arttırdı. Islanmamak için koşmaya başladığım an aklım başıma geldi. Ya yıldırım düşerse ben oradayken, o Allah’ın sevdiği kulu olduğuna göre? Hacı Amcayı bile yakan şimşek bana ne yapmazdı? Gittiğimden daha hızlı dönmüştüm aynı yolu. Bu işi güneşli bir yaz gününe erteleyip o zamana kadar bütün pilavsız mevlitlere gitmeye yemin etmiştim.